Sunay Demircan… Bafra’nın yetiştirdiği değerlerden. Doğal Hayatı Koruma Derneği'nde (şimdi Dünya Doğayı Koruma Vakfı, Türkiye Şubesi olarak faaliyetlerini sürdürüyor) su ve sulak alanlar üzerine çalıştı. Aynı zamanda da Kızılırmak Deltası'nda, Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nın onayladığı Yönetim Planı'nın, izlenmesi ve güncellenmesinden sorumlu olan Yerel Yürütme Kurulu'nun başkanlığını yapıyor. Onunla sizler için UNESCO’nun geçici listesinde yer alan Kızılırmak Deltası’nın konuştuk. İşte o şöyleşi:
Kızılırmak Deltası ve koruma çalışmaları ile ilişkiniz nasıl başladı?
Doğal Hayatı Koruma Derneği, deltayı korunması gereken önemli bir sulak alan olarak ele alır ve 1992 yılında, Kızılırmak Deltası Koruma Projesi’ni başlatır. O projenin yöneticisi olarak işe başlamıştım. Proje 1996 yılına kadar sürdü.
Neler yapıldı projeyle?
Oysa o yıllarda deltada sulak alan ekosistemine yönelik ciddi sorunlar vardı ve bu statü sorunlara çözüm üretmekten uzaktı.
Ne gibi sorunlardı bunlar?
Örneğin, kıyılardaki yapılaşma, özellikle yazlık konut inşaatları, delta ekosistemini ciddi ölçüde tehdit ediyordu. Sonra, Derbent Barajı inşası olası etkileri açısından ciddi kıyı erozyonu riski içeriyordu. Drenaj çalışmaları, deltanın doğal su rejimini tümden değiştirme riskleri taşıyordu. Bu gibi pek çok sorun vardı ve işin kötüsü de, resmi veya sivil, insanlarda ‘burası değerli bir yer, korunması gerekiyor’ gibi bir algı yoktu. O günlerde, koruma amaçlı, çok odaklı bir strateji geliştirdik. İlk olarak, bir envanter çalışması ihtiyacı görüldü ve veri açığını kapatmaya yönelik çalışmalar planlandı. Bu bağlamda deltanın hidrolojik yapısına yönelik girişimlerin olası etkileri çalışıldı. Kuşlarla ilgili önemli çalışmalar yapıldı. Bu konuda konferanslar düzenlendi, belgesel film yapılıp TV kanallarında gösterilmesi sağlandı. Özellikle, Yörükler sahilindeki yazlık konutların ilerleyişiyle ilgili geniş ölçüde bilgilendirme çalışması yapıldı. Örneğin, Hürriyet gazetesine, çeyrek sayfa ‘Halkımıza Duyuru’ başlığıyla ilan verilerek, vatandaşların buralardan konut alarak girdikleri risk ve delta doğal sistemine yönelik oluşturdukları etki belirtildi.
Şimdi yıkılan binalar mı bunlar?
Evet. O alanlar ülke için ender ve özgün su basar orman karakterindeydi ve hızlı bir yapılaşma tehdidi altındaydı. Değerli ekosistem, doğal miras... kimseyi ilgilendirmiyordu. Kişilerin, bireysel gelecek tasarımları içinde bunların hiç birine yer yoktu. Her yazlık ev sahibi, okumuş yazmış, hali vakti yerinde bir ‘aydın’ kişi olarak, görünebildiği kadar ‘çevreci’ bir kimlikle, deltayı sevdiğini de söylüyordu ve muhtemeldi ki, söyledikleri de bir açıdan doğruydu. Bugün de, aynı kişiler, ısrarla doğa sevgilerini vurguluyorlar, elbette bunu söylerken yalan söylemiyorlar, samimi olduklarına da eminim.
O zaman sorun neydi?
İnsanları suçlamak gibi bir niyetim yok, zaten buna hakkım da yok. Sorun, bir tasarım nesnesi olarak doğanın o insanların geleceklerinde aldıkları rolle ilgili. Bütün mesele budur. İnsanların temel motivasyonları, sahilde bir ev sahibi olmaktı. Gelecek hayallerini süsleyen önemli bir ögeydi, doğanın içinde, kuş cıvıltılarıyla uyanmak. Issız kumsallar, tertemiz bir deniz ve yaban kuşları...
Benzer bir girişim de Koşuköyü’nde yaşanmıştır. Irmağın, Denizle buluştuğu noktada (doğu sahili) sahildeki kumullar ve sazlıklardan ibaret mera alanları parsellenmiş ve ‘köyümüz yakında belde olacak, belde olunca mera statüsü değişip, belediye mücavir alanına dönüşecek, şimdi deniz kıyısından parsel alan, pek yakında misliyle kazanacak’ düşüncesiyle satılmıştı. Satın alanlar da, ‘denize karşı, doğayla iç içe bir ev’ sahibi olmak isteyen, kentlilerdi. Konuyla ilgili suç duyurusunda bulunduk, muhtarlık ve ihtiyar heyetinin yaptığı bu yasadışı ‘girişim’ iptal edildi.
Aynı yıl (1993) Bölgenin Doğal SIT alanı ilan edilmesi için dosya hazırladık. Kültür Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu üyelerini ziyaret ederek, hızla SIT statüsüne ihtiyaç olduğu anlatıldı. Olağan üstü bir hızla Kurul Bafra’da toplandı. İlk toplantıda (1994), bölgedeki muhtarlar ve belediye başkanlarının muhalefetine karşılık, sahanın tümü Doğal SIT ilan edildi.
Ancak, evler buna rağmen yapılıyordu. Konu o günün Çevre Bakanlığı ile görüşüldü. Ortak çalışmanın sonucunda, sahada kıyı kenar çizgileri belirlendi, 1/25.000 ölçekli çevre düzeni planı hazırlandı. O günün koşullarında kıyı kenar çizgileri, sadece deniz sahili/kıyısı olarak ele alınmamış, isabetli bir kararla, kanunda belirtildiği şekliyle, ‘deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, kıyı çizgisinden itibaren, kumluk, çakıllık, sazlık, bataklık alanların doğal sınırları…’ olarak, dikkate alınmıştı. Bu yaklaşım deltada denize bağlı kıyılar dışında da kıyı kenar çizgisi çizilmesi gibi bir tasarrufa meydan vermiştir. Çevre Düzeni Planı 1996 yılında onaylandı ve halen o sınırlar ve kararlar delta için geçerliliğini korumaktadır. Bu çalışmaların, deltanın korunmasına önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. Sonra, Ramsar alanı oldu herhalde delta? Evet, 1998 yılında Ramsar statüsüne kavuştuk. Ramsar sayesinde, Orman ve Su İşleri Bakanlığı girişimiyle delta için bir yönetim planı hazırlandı. Hazırlanan plan iki kez revize edilerek, günümüzdeki üçüncü plan (2016-2020 dönemi için) metni ortaya çıkartıldı. Son Yönetim Planı da, Yaban Hayatı Geliştirme Planı olarak kabul edildi. Bu plan, tüm deltanın yönetimine dair gerekli faaliyet ve hedefleri içeren bir metin olarak taraflarca onaylanmış, resmi bir eylem planıdır. Ramsar statüsüyle birlikte Bakanlık sahaya ziyaretçi merkezi ve gözlem kuleleri inşa etti; 19 Mayıs Üniversitesi Ornitoloji Merkezi sahada bir halkalama istasyonu oluşturdu ve göç zamanları deltada düzenli kuş halkalama çalışmaları gerçekleştirmeye başladı ki bu Türkiye’deki bir kaç istasyondan biridir halen. Bu arada bir de SAMKUŞ kurulda galiba? Bence, 1990’ların başından sonra, 2015 yılından sonrası da delta için bir dönüm noktasıdır. 2016 yılına SAMKUŞ’un kurulması olmuştur. SAMKUŞ, Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile bir işbirliği protokolü yaparak, deltanın özellikle ziyaretçi yönetimi konularındaki faaliyetlerini üstlenmiştir. Nedir SAMKUŞ? SAMKUŞ, ‘Samsun Kızılırmak Deltası Koruma ve Geliştirme Birliği.’ Samsun Büyükşehir Belediyesi ve Delta alanı içinde kalan ilgili ilçe belediyelerinin katılımlarıyla 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu ile kurulmuş, ‘birlik’ statüsünde bir sivil yapı. Neden 2015 sonrasını dönüm noktası olarak görüyorsunuz? Bu yıllarda Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz’ın deltanın korunması konusundaki istekliliğinin ve farkındalığının gelişmesi, korumaya yönelik ilk kez yerelden ciddi bir irade sergilenmesine tanık olduk. Bu bizim için önemliydi. Yusuf Ziya Yılmaz’ın “Delta’yı korumamız gerekiyor” niyetiyle beslenmiş aksiyoner tavrı sonucunda, sahildeki yazlık evlerin büyük bölümü yıkıldı. Kızılırmak Deltası üzerine, kuşlar simge olarak kullanılarak, ciddi bir yerel farkındalık oluştu. Samsun ilinin her tarafına deltayı tanıtan panolar, resimler asıldı, yollara yönlendirmeler yapıldı, Kızılırmak Deltası birden Samsun bölgesi için bir cazibe alanı haline dönüştü. Bunun olumsuz tarafları da vardı kuşkusuz, ziyaretçi yönetimi yapılmadan, bu kadar yoğun tanıtım deltada birden beklenmeyen bir insan baskısı oluşturdu. Ancak, Büyükşehir Belediyesi’nin desteği ile 2107 yılında, Yerel Yürütme Komitesi olarak, bir ziyaretçi yönetim planı hazırladık. Bu planın 2018 yılında uygulamaya geçmesini umuyoruz. Neler olacak bu plan içinde? Öncelikle, delta insan ilişkisi biçimlendiriliyor. Deltaya gelen ziyaretçi yönetilecek. Yani bir talep yönetimi olacak. Ziyaret ettiği mevsim itibarıyla, nereye giderse, neler görebilir? Bunun için ne gibi araçlara ihtiyacı var? Bu konularda ziyaretçi deltaya girişte bilgilendirilecek. Bazı hassas alanların ziyaretçi baskısından korunması gerekiyor, o alanlara girişler kontrollü olacak. Giriş noktalarında kafeteryalar, hediyelik eşya satış alanları, eğitim alanları, bilgilendirme merkezleri olacak. Delta içinde araçlı geziden çok, bisiklet veya yaya trafiğini özendirmeye çalışacağız. Tüm bunlar ciddi yatırımlar gerektiren projeler ve Büyükşehir Belediyesi bu projeleri uygulamaya karar verdi. Dilerim ki, bu karar kurumsal bir politikaya dönüşür ve Türkiye’de ilk kez bir doğal alan yerelden, gerektiği gibi korunma şansına kavuşur. Tüm bunların yanında, bir de UNESCO çıktı? Nedir bu sürekli dillerde dolaşan UNESCO? Kızılırmak Deltası, sadece Samsun ve çevresi için değil, tüm Dünya için eşsiz bir doğal değerdir. Bu nedenle de, deltanın, UNESCO Dünya Doğal Miras Alanı ilan edilmesi için gerekli girişimler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından başlatıldı. UNESCO nedir, ilk kez duymuş olanlar için, kısaca açıklasanız? UNESCO'nun açılımı, ‘Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü.’ 1946 yılında kurulmuş, Türkiye'de ilk kurucu ülkelerden biri. Günümüzde, 195 devlet UNERSCO üyesi. Kültürler ve insanlar arasında işbirliğinin gelişmesine yönelik çalışıyor. Dünya ölçeğinde, korunması gereken, çok değerli kültürel ve doğal alanları, ‘Dünya Doğal-Kültürel Miras Alanı’ olarak ilan ediyor ve bu alanların korunmasına yönelik ciddi eylemler yapıyor. Türkiye'de nereler var bu miras alanları arasında? Türkiye'nin UNESCO Dünya Doğal-Kültürel Miras Alanları listesinde toplam 17 alanı bulunuyor. Bu alanlar içinde, Hitit Başkenti Hattuşa, Nemrut Dağı, Troya Antik Kenti, Göreme Milli Parkı (Kapadokya), Pamukkale-Hierapolis, Efes Antik Kenti, Çatalhöyük, Selimiye Camii gibi Türkiye'nin Dünya ölçeğinde gurur kaynağı olan abide alanları var. Ama doğal alan yok! Evet, Türkiye'de henüz dünya miras alanı olarak doğal alanımız yok. Ülkemizin, UNESCO'ya aday olarak sunduğu ilk doğal alan Kızılırmak Deltası. Çalışmalarımız başarıyla sonuçlanır ve Deltamız Dünya Mirası olarak kabul edilirse delta, Dünya'daki 206 doğal miras alanından biri olacak. Şimdiden, ‘Samsun'da bir UNESCO Dünya Miras Alanımız oldu’ diyebilir miyiz? Bunu söylemek için henüz erken, ama tüm çabalarımız bu yönde. UNESCO'ya bu konuda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak başvurumuz yapıldı, adaylığımız kabul edildi. Umuyoruz, 2018 yılında mutlu bir haberi paylaşabileceğiz. Sanıyorum günümüzde de pek çok sorunla karşı karşıya delta, geçen gün bir basın organında, UNESCO çalışmalarını kast ederek, ‘Samsun'daki Dev Proje Kana Bulandı’ başlıklı bir haber yayınlandı. Deltaya çakal, domuz, şahin gibi yırtıcı hayvanlar salınıyormuş. Bir balıkçı kooperatifi yetkilisi açıklamış, yırtıcı hayvan salınmasının nasıl bir mantığı var? Ben de gördüm ne yazık ki bu haberi. Çok da ciddiye almadım ama çevremdeki insanlardan benzer sorular gelince, insanların bu sözleri doğru kabul ettiğini gördüm. Öncelikle şunu söyleyeyim, haberin içeriği, paylaşılan bilgiler tümüyle gerçek dışı. Ancak, bu kadar geçeğe aykırı bilginin, UNESCO sürecinin en hareketli döneminde, ‘proje kana bulandı’, ‘3 ayrı skandal’ diyerek sunulmasını, çok tipik dezenformasyon girişimi olarak algıladım ben. Dezenformasyon derken, ne kast ediyorsunuz? Dezenformasyon, doğru olmayan bilgiyi, kasıtlı olarak paylaşarak, kamuoyunda bir algı oluşturma yöntemidir. Yani, o salınan şahinler, doğanlar doğru değil mi? Üniversite'nin çalışmasıymış? Şimdi bak, haber ne diyor? 19 Mayıs Üniversitesi demiş ki, “Bölgeye 650 çeşit şahin ve doğan saldık, doğal hayata katkımız oldu.” Salınmamış mı? Üniversitenin böyle bir çalışması elbette olmadı, mümkün değil zaten. Anlamlı da değil. ‘Doğaya kuş salmak’ tabiri, uzun mesafe uçamayan sülün gibi kuşlar için söz konusu olabilir. Nitekim Delta'da Milli Parklar Genel Mürdürlüğü'nün çalışmalarıyla bir miktar sülün salınmıştı. Şahin, doğan gibi uzun mesafe uçan kuşları bir alana salsan, sürekli orada tutmak için her gün Adana Kebap vermen lazım ki, uçup başka yere gitmesinler.
Şaka bir yana, Avrupa Kıtası'nda 11 tür doğan, 4 tür de şahin bulunuyor, 650 çeşit doğan ile şahini Üniversite nasıl bulacak? Tut ki buldu, nerede, nasıl üretecek? Tut ki bunu da yaptı, ama niye? Niye tüm bunlar hiç bir anlamı yok. Çakal, tilki, domuz salınıyor da buna benzer bir zihnin ürünleri. Sen git dağ bayır dolaş çakal, tilki ara; bunları artık nasıl yapıyorsan bul yolunu canlı canlı yakala; yanlarına çeşni olsun diye domuz da koy, sansar da; şimdi bunların hepsi bir arada da durmaz, her birine ayrı kafesler yap, plakasız araçlarla getir gece vakti, deltaya sal... Niye? Kim yapsın bunu, neden yapsın, nasıl yapsın? Bunların toplanıp haber diye yayınlanmış olmasına çok şaştım, üzüldüm de tabii... Ama bak bu sözler arasında, bizim de ciddiye aldığımız ancak haberdeki gerekçelerle ilgisi olmayan sorunlar var. Örneğin, sazlıkların aşırı yayılması ve sulak alanı dolduruyor olması; örneğin su rejiminin halen bir yönetim stratejisine kavuşmamış olması; örneğin, dışarıdan getirilip, göllere aşılanmış istilacı bir kaç balık türünün göllerdeki eko sistemi tehdit ediyor olması; kıyı erozyonu sonucu sahillerin denize karışması... Bunlar önümüzdeki yıllarda, el birliği ile üzerinde çalışmamız gereken, önemli sorunlar. "Sansar salınıyor" türünden, spekülasyonları artık, hep birlikte aşmamız gerekiyor. Son bir sorum olacak, sizce, Kızılırmak Deltası neden önemli? Bu soruya, şu kadar kuş var, bu kadar bitki, geniş sazlıklar, sürü sürü mandalar, kelebekler... diye cevap vermek istemiyorum. Bu türden niceliksel veriler artık benim için bir anlam da ifade etmiyor doğrusu. İşin, doğrudan var oluşumuza dair bir katkısı var, bunu keşfetmemiz gerekiyor. Sulak alanlar, doğayı tüm unsurlarıyla birlikte ahenkli bir yapıya kavuşturmuş, bereketi üst seviyede sağlamış, çok nadide alanlar. Çevrelerinde yaşayan insanların, diğer tüm canlılarla birlikte kültürlerini, yaşam biçimlerini şekillendirmiş, tasarım ustalarıdır sulak alanlar. Kızılırmak Deltası, bizim için, kendi geleceğimize göre biçim vereceğimiz bir nesne değildir. Tam tersi, uzun vadede, doğa içinde yaşayan insanlara biçim verir, ancak insanlar bunun tersini yapabildiklerini sanırlar. Kızılırmak Deltası da, diğer pek çok delta gibi, doğanın en üst seviyede bereketi ürettiği, coşkulu ve dinamik olduğu alanların başında gelir. Sistemi anlamak, değeri önünde saygı duymayı gerekli kılar. Yapılacak başka da bir şey yoktur aslında, sadece saygı. O kuşlar, nilüferler, kumullar hep bu değerin dışa vuran, göze yansıyan göstergeleridir. Deltayı tanımak için, görünen görüntünün ardına geçip bakmak gerekir, o zaman onu tanırız, tanırsak severiz, seversek ancak korumayı aklımıza getiririz. Yoksa neden koruyalım ki? HABER MERKEZİ
Benzer bir girişim de Koşuköyü’nde yaşanmıştır. Irmağın, Denizle buluştuğu noktada (doğu sahili) sahildeki kumullar ve sazlıklardan ibaret mera alanları parsellenmiş ve ‘köyümüz yakında belde olacak, belde olunca mera statüsü değişip, belediye mücavir alanına dönüşecek, şimdi deniz kıyısından parsel alan, pek yakında misliyle kazanacak’ düşüncesiyle satılmıştı. Satın alanlar da, ‘denize karşı, doğayla iç içe bir ev’ sahibi olmak isteyen, kentlilerdi. Konuyla ilgili suç duyurusunda bulunduk, muhtarlık ve ihtiyar heyetinin yaptığı bu yasadışı ‘girişim’ iptal edildi.
Aynı yıl (1993) Bölgenin Doğal SIT alanı ilan edilmesi için dosya hazırladık. Kültür Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu üyelerini ziyaret ederek, hızla SIT statüsüne ihtiyaç olduğu anlatıldı. Olağan üstü bir hızla Kurul Bafra’da toplandı. İlk toplantıda (1994), bölgedeki muhtarlar ve belediye başkanlarının muhalefetine karşılık, sahanın tümü Doğal SIT ilan edildi.
Ancak, evler buna rağmen yapılıyordu. Konu o günün Çevre Bakanlığı ile görüşüldü. Ortak çalışmanın sonucunda, sahada kıyı kenar çizgileri belirlendi, 1/25.000 ölçekli çevre düzeni planı hazırlandı. O günün koşullarında kıyı kenar çizgileri, sadece deniz sahili/kıyısı olarak ele alınmamış, isabetli bir kararla, kanunda belirtildiği şekliyle, ‘deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, kıyı çizgisinden itibaren, kumluk, çakıllık, sazlık, bataklık alanların doğal sınırları…’ olarak, dikkate alınmıştı. Bu yaklaşım deltada denize bağlı kıyılar dışında da kıyı kenar çizgisi çizilmesi gibi bir tasarrufa meydan vermiştir. Çevre Düzeni Planı 1996 yılında onaylandı ve halen o sınırlar ve kararlar delta için geçerliliğini korumaktadır. Bu çalışmaların, deltanın korunmasına önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. Sonra, Ramsar alanı oldu herhalde delta? Evet, 1998 yılında Ramsar statüsüne kavuştuk. Ramsar sayesinde, Orman ve Su İşleri Bakanlığı girişimiyle delta için bir yönetim planı hazırlandı. Hazırlanan plan iki kez revize edilerek, günümüzdeki üçüncü plan (2016-2020 dönemi için) metni ortaya çıkartıldı. Son Yönetim Planı da, Yaban Hayatı Geliştirme Planı olarak kabul edildi. Bu plan, tüm deltanın yönetimine dair gerekli faaliyet ve hedefleri içeren bir metin olarak taraflarca onaylanmış, resmi bir eylem planıdır. Ramsar statüsüyle birlikte Bakanlık sahaya ziyaretçi merkezi ve gözlem kuleleri inşa etti; 19 Mayıs Üniversitesi Ornitoloji Merkezi sahada bir halkalama istasyonu oluşturdu ve göç zamanları deltada düzenli kuş halkalama çalışmaları gerçekleştirmeye başladı ki bu Türkiye’deki bir kaç istasyondan biridir halen. Bu arada bir de SAMKUŞ kurulda galiba? Bence, 1990’ların başından sonra, 2015 yılından sonrası da delta için bir dönüm noktasıdır. 2016 yılına SAMKUŞ’un kurulması olmuştur. SAMKUŞ, Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile bir işbirliği protokolü yaparak, deltanın özellikle ziyaretçi yönetimi konularındaki faaliyetlerini üstlenmiştir. Nedir SAMKUŞ? SAMKUŞ, ‘Samsun Kızılırmak Deltası Koruma ve Geliştirme Birliği.’ Samsun Büyükşehir Belediyesi ve Delta alanı içinde kalan ilgili ilçe belediyelerinin katılımlarıyla 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu ile kurulmuş, ‘birlik’ statüsünde bir sivil yapı. Neden 2015 sonrasını dönüm noktası olarak görüyorsunuz? Bu yıllarda Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz’ın deltanın korunması konusundaki istekliliğinin ve farkındalığının gelişmesi, korumaya yönelik ilk kez yerelden ciddi bir irade sergilenmesine tanık olduk. Bu bizim için önemliydi. Yusuf Ziya Yılmaz’ın “Delta’yı korumamız gerekiyor” niyetiyle beslenmiş aksiyoner tavrı sonucunda, sahildeki yazlık evlerin büyük bölümü yıkıldı. Kızılırmak Deltası üzerine, kuşlar simge olarak kullanılarak, ciddi bir yerel farkındalık oluştu. Samsun ilinin her tarafına deltayı tanıtan panolar, resimler asıldı, yollara yönlendirmeler yapıldı, Kızılırmak Deltası birden Samsun bölgesi için bir cazibe alanı haline dönüştü. Bunun olumsuz tarafları da vardı kuşkusuz, ziyaretçi yönetimi yapılmadan, bu kadar yoğun tanıtım deltada birden beklenmeyen bir insan baskısı oluşturdu. Ancak, Büyükşehir Belediyesi’nin desteği ile 2107 yılında, Yerel Yürütme Komitesi olarak, bir ziyaretçi yönetim planı hazırladık. Bu planın 2018 yılında uygulamaya geçmesini umuyoruz. Neler olacak bu plan içinde? Öncelikle, delta insan ilişkisi biçimlendiriliyor. Deltaya gelen ziyaretçi yönetilecek. Yani bir talep yönetimi olacak. Ziyaret ettiği mevsim itibarıyla, nereye giderse, neler görebilir? Bunun için ne gibi araçlara ihtiyacı var? Bu konularda ziyaretçi deltaya girişte bilgilendirilecek. Bazı hassas alanların ziyaretçi baskısından korunması gerekiyor, o alanlara girişler kontrollü olacak. Giriş noktalarında kafeteryalar, hediyelik eşya satış alanları, eğitim alanları, bilgilendirme merkezleri olacak. Delta içinde araçlı geziden çok, bisiklet veya yaya trafiğini özendirmeye çalışacağız. Tüm bunlar ciddi yatırımlar gerektiren projeler ve Büyükşehir Belediyesi bu projeleri uygulamaya karar verdi. Dilerim ki, bu karar kurumsal bir politikaya dönüşür ve Türkiye’de ilk kez bir doğal alan yerelden, gerektiği gibi korunma şansına kavuşur. Tüm bunların yanında, bir de UNESCO çıktı? Nedir bu sürekli dillerde dolaşan UNESCO? Kızılırmak Deltası, sadece Samsun ve çevresi için değil, tüm Dünya için eşsiz bir doğal değerdir. Bu nedenle de, deltanın, UNESCO Dünya Doğal Miras Alanı ilan edilmesi için gerekli girişimler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından başlatıldı. UNESCO nedir, ilk kez duymuş olanlar için, kısaca açıklasanız? UNESCO'nun açılımı, ‘Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü.’ 1946 yılında kurulmuş, Türkiye'de ilk kurucu ülkelerden biri. Günümüzde, 195 devlet UNERSCO üyesi. Kültürler ve insanlar arasında işbirliğinin gelişmesine yönelik çalışıyor. Dünya ölçeğinde, korunması gereken, çok değerli kültürel ve doğal alanları, ‘Dünya Doğal-Kültürel Miras Alanı’ olarak ilan ediyor ve bu alanların korunmasına yönelik ciddi eylemler yapıyor. Türkiye'de nereler var bu miras alanları arasında? Türkiye'nin UNESCO Dünya Doğal-Kültürel Miras Alanları listesinde toplam 17 alanı bulunuyor. Bu alanlar içinde, Hitit Başkenti Hattuşa, Nemrut Dağı, Troya Antik Kenti, Göreme Milli Parkı (Kapadokya), Pamukkale-Hierapolis, Efes Antik Kenti, Çatalhöyük, Selimiye Camii gibi Türkiye'nin Dünya ölçeğinde gurur kaynağı olan abide alanları var. Ama doğal alan yok! Evet, Türkiye'de henüz dünya miras alanı olarak doğal alanımız yok. Ülkemizin, UNESCO'ya aday olarak sunduğu ilk doğal alan Kızılırmak Deltası. Çalışmalarımız başarıyla sonuçlanır ve Deltamız Dünya Mirası olarak kabul edilirse delta, Dünya'daki 206 doğal miras alanından biri olacak. Şimdiden, ‘Samsun'da bir UNESCO Dünya Miras Alanımız oldu’ diyebilir miyiz? Bunu söylemek için henüz erken, ama tüm çabalarımız bu yönde. UNESCO'ya bu konuda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak başvurumuz yapıldı, adaylığımız kabul edildi. Umuyoruz, 2018 yılında mutlu bir haberi paylaşabileceğiz. Sanıyorum günümüzde de pek çok sorunla karşı karşıya delta, geçen gün bir basın organında, UNESCO çalışmalarını kast ederek, ‘Samsun'daki Dev Proje Kana Bulandı’ başlıklı bir haber yayınlandı. Deltaya çakal, domuz, şahin gibi yırtıcı hayvanlar salınıyormuş. Bir balıkçı kooperatifi yetkilisi açıklamış, yırtıcı hayvan salınmasının nasıl bir mantığı var? Ben de gördüm ne yazık ki bu haberi. Çok da ciddiye almadım ama çevremdeki insanlardan benzer sorular gelince, insanların bu sözleri doğru kabul ettiğini gördüm. Öncelikle şunu söyleyeyim, haberin içeriği, paylaşılan bilgiler tümüyle gerçek dışı. Ancak, bu kadar geçeğe aykırı bilginin, UNESCO sürecinin en hareketli döneminde, ‘proje kana bulandı’, ‘3 ayrı skandal’ diyerek sunulmasını, çok tipik dezenformasyon girişimi olarak algıladım ben. Dezenformasyon derken, ne kast ediyorsunuz? Dezenformasyon, doğru olmayan bilgiyi, kasıtlı olarak paylaşarak, kamuoyunda bir algı oluşturma yöntemidir. Yani, o salınan şahinler, doğanlar doğru değil mi? Üniversite'nin çalışmasıymış? Şimdi bak, haber ne diyor? 19 Mayıs Üniversitesi demiş ki, “Bölgeye 650 çeşit şahin ve doğan saldık, doğal hayata katkımız oldu.” Salınmamış mı? Üniversitenin böyle bir çalışması elbette olmadı, mümkün değil zaten. Anlamlı da değil. ‘Doğaya kuş salmak’ tabiri, uzun mesafe uçamayan sülün gibi kuşlar için söz konusu olabilir. Nitekim Delta'da Milli Parklar Genel Mürdürlüğü'nün çalışmalarıyla bir miktar sülün salınmıştı. Şahin, doğan gibi uzun mesafe uçan kuşları bir alana salsan, sürekli orada tutmak için her gün Adana Kebap vermen lazım ki, uçup başka yere gitmesinler.
Şaka bir yana, Avrupa Kıtası'nda 11 tür doğan, 4 tür de şahin bulunuyor, 650 çeşit doğan ile şahini Üniversite nasıl bulacak? Tut ki buldu, nerede, nasıl üretecek? Tut ki bunu da yaptı, ama niye? Niye tüm bunlar hiç bir anlamı yok. Çakal, tilki, domuz salınıyor da buna benzer bir zihnin ürünleri. Sen git dağ bayır dolaş çakal, tilki ara; bunları artık nasıl yapıyorsan bul yolunu canlı canlı yakala; yanlarına çeşni olsun diye domuz da koy, sansar da; şimdi bunların hepsi bir arada da durmaz, her birine ayrı kafesler yap, plakasız araçlarla getir gece vakti, deltaya sal... Niye? Kim yapsın bunu, neden yapsın, nasıl yapsın? Bunların toplanıp haber diye yayınlanmış olmasına çok şaştım, üzüldüm de tabii... Ama bak bu sözler arasında, bizim de ciddiye aldığımız ancak haberdeki gerekçelerle ilgisi olmayan sorunlar var. Örneğin, sazlıkların aşırı yayılması ve sulak alanı dolduruyor olması; örneğin su rejiminin halen bir yönetim stratejisine kavuşmamış olması; örneğin, dışarıdan getirilip, göllere aşılanmış istilacı bir kaç balık türünün göllerdeki eko sistemi tehdit ediyor olması; kıyı erozyonu sonucu sahillerin denize karışması... Bunlar önümüzdeki yıllarda, el birliği ile üzerinde çalışmamız gereken, önemli sorunlar. "Sansar salınıyor" türünden, spekülasyonları artık, hep birlikte aşmamız gerekiyor. Son bir sorum olacak, sizce, Kızılırmak Deltası neden önemli? Bu soruya, şu kadar kuş var, bu kadar bitki, geniş sazlıklar, sürü sürü mandalar, kelebekler... diye cevap vermek istemiyorum. Bu türden niceliksel veriler artık benim için bir anlam da ifade etmiyor doğrusu. İşin, doğrudan var oluşumuza dair bir katkısı var, bunu keşfetmemiz gerekiyor. Sulak alanlar, doğayı tüm unsurlarıyla birlikte ahenkli bir yapıya kavuşturmuş, bereketi üst seviyede sağlamış, çok nadide alanlar. Çevrelerinde yaşayan insanların, diğer tüm canlılarla birlikte kültürlerini, yaşam biçimlerini şekillendirmiş, tasarım ustalarıdır sulak alanlar. Kızılırmak Deltası, bizim için, kendi geleceğimize göre biçim vereceğimiz bir nesne değildir. Tam tersi, uzun vadede, doğa içinde yaşayan insanlara biçim verir, ancak insanlar bunun tersini yapabildiklerini sanırlar. Kızılırmak Deltası da, diğer pek çok delta gibi, doğanın en üst seviyede bereketi ürettiği, coşkulu ve dinamik olduğu alanların başında gelir. Sistemi anlamak, değeri önünde saygı duymayı gerekli kılar. Yapılacak başka da bir şey yoktur aslında, sadece saygı. O kuşlar, nilüferler, kumullar hep bu değerin dışa vuran, göze yansıyan göstergeleridir. Deltayı tanımak için, görünen görüntünün ardına geçip bakmak gerekir, o zaman onu tanırız, tanırsak severiz, seversek ancak korumayı aklımıza getiririz. Yoksa neden koruyalım ki? HABER MERKEZİ