‘’Karşınızdaki kişiyi dinliyor musunuz, yoksa konuşmak için sıranızı mı bekliyorsunuz?’’ Sigmund Freud
Konuşma, uyku dışındaki yaşamımızın önemli bir kısmını işgal eden günlük gereksinimizdir. Etkili bir konuşma için birçok faktörün bir arada olması gerekir. Bunlar; ses tonu, sözcüklerin seçimi, vurgu, içerik, simgesel dil ve mizahın kullanımı, hız telaffuz, ses perdesi, hedefe yönelik konuşma, üslup-tarz, anlamlılık, zihinsel etkinlik ve kalıplardır.
Zaman zaman başkaları tarafından iyi anlaşılamadığımızdan, kendimizi iyi ifade edemediğimizden ya da başkalarını anlayamadığımızdan şikayet eder dururuz. Bu durum ile hepimiz hayatımızın belirli dönemlerinde karşılaşmışızdır. Hatta konuyu yeterince incelememiş ya da umursamadan yalnızca şikayetimizi dile getirmişizdir. Bir konuyu ifade etmenin, bir düşünceyi anlatmanın birçok yolu vardır.
Konuşmanın temelinde doğal olarak ses bulunur. Çünkü vericiden alıcıya mesajı ulaştıracak olan sestir. Konuşmada sesin yüksek veya alçak oluşu, tonlama, vurgulama, akıcılık, işitilebilirlik gibi farklılıklar anlatılan konunun anlaşılmasında olumlu veya olumsuz rol oynar.
Ses tonumuz, seçtiğimiz kelimeler, konuşmamızın başında söylediğimiz ilk kelime, bizim aslında istemediğimiz bir biçimde algılanmamıza neden olabilir. Bazen de biz ne kadar anlatırsak anlatalım, karşımızdaki kişi kendi algıladığı kadar anlayacaktır. Fakat ağzımızdan çıkan bir sözün geri dönüşü yoktur. Tam da burada tabiri caizse Mevlana’nın bir sözünü de yazmadan geçmeyelim:
‘’Ağızdan çıkan söz bil ki, yaydan fırlayan ok gibidir. Ok gittiği yerden geri dönmez, seli baştan bağlamak gerek.’’
Peki empati kurmaya ne dersiniz?
Empati veya eş duyum, bir başkasının duygularını, içinde bulunduğu durum ya da davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek demektir. Kendi duygularını başka nesnelere yansıtmak anlamında da kullanılır. Son günlerde sıkça duyduğumuz Kızılderili atasözünde de dediği gibi, bir insanı anlayabilmek için ya da yargılamadan önce, gökte üç ay eskiyinceye kadar onun makosenleriyle yürümek gerekiyor.
Dinleme iletişimin en temel alanlarından biridir. Empati yapılan etkileyici bir iletişim sürecinde dinleme en önemli unsurdur. Karşımızdaki kişiyi sadece işitmek yeterli değildir. Onun söylediklerini düşünmek, anlamak kısaca etkin bir dinleyici olmak gerekir. Kuşkusuz dinleme işini sağlıklı bir şekilde gerçekleştirmek kolay değildir. Günlük yaşamımızda koşuşturma ve yorgunluk içinde sürekli bir şeyleri dinlemek zorunda kalırız. Gerçek dinleme ise, söylenenlere dikkati yoğunlaştırmak, onları anlamaya çalışmak ve çok daha fazlasını gerektirir. Dinleme yakın çevremizdeki arkadaşlarımızı ve aile üyelerimizi daha iyi anlamamız, neler hissettiklerini öğrenmemiz ve ilişkilerimizi daha iyi değerlendirmemiz açısından son derece önemlidir. Dinlemek suretiyle iş hayatında ve evimizde daha mutlu ve etkin olabiliriz.
Son olarak anlama ve anlaşılmanın büyük parçalarından biri de ‘ben dili’ kullanımıdır. Hayatımızın birçok alanında kurduğumuz etkileşimlerde anlamama ve/veya anlaşılmamanın en büyük nedenlerinden biri ben dili yerine sen dili kullanımına ağırlık verilmesidir. Ben dili, duygularımızı ve düşüncelerimizi kendimize göre dile getirirken sen dili kullanımında karşımızdaki kişiye yönelik cümleler kurarız. Bu şekilde karşımızdaki kişiyi suçlayıcı konuşabilir ve savunmaya geçmesine neden olabiliriz. Ben dili ise herhangi bir suçlama olmadan tamamen hissettiklerimizi ve düşüncelerimizi yansıtır. Ben dili ve sen diline birer örnek verecek olursak;
Sen dili: “Konuşurken gözüme bile bakmıyorsun. Çok kabasın.“
Ben dili: “Konuşurken gözüme bakmadığın zaman beni dinlemediğini, ciddiye almadığını düşünüyorum. Bu da beni kırıyor.”
Kendimize bir özeleştiri yapalım, bir insanı gerçekten dinleyelim diyerek konuyu Şair Sezai Karakoç’un dizeleriyle noktalayalım;
“Anlamak masraflı iştir; emek ister,
Gayret ister, samimiyet ister.
Yanlış anlamak kolaydır oysa;
Biraz kötü niyet biraz cahillik kafidir.”