Dirilerin, ölülerden daha hızlı çürüdüğü bu çağ…
Hem son zamanlarda tüm sosyal ortamlarda çokça zikredilen bir konu olması sebebiyle hem de son okuduğum kitapta detaylarıyla ele alınmış bir bölümle karşılaşınca mutlaka bu hafta yazımın konusu olması gerektiğini düşündüm. Ahlak gibi bir olguyu bizim toplumsal dinamiklerimiz zemininde yorumlamaya çalışmak ya da konu edinmek kaygan zeminde yürümeye çalışmak gibidir. Kelimelerime nazik davranarak konuya oldukça hassas temas etmeye çalışacağım. Söyleyecek sayısız sözcük, parmaklarımda can bulmayı beklerken ben temkinli hareket etmeliyim.
Çünkü ayrış(tır)ma kültürünün hüküm sürdüğünün yazacağım metnin bir yerlerinde çekiştirilebileceğinin kuşkusuz ki, bilincindeyim.
Dış dünyayla karşılaştığımız, ilk nefesle oksijeni ciğerlerimize nüfuz ettiğimiz o ilk yaşam belirtisinden itibaren sayısız kayıp yaşarız. Burada kast ettiğim ruhun bedenden ayrılıp kâinatı terk etme durumu elbette. Sevdiklerimizi, sesini dahi unutmaya kıyamayacak kadar çok sevdiklerimizi kaybederiz. Zamanla acının yoğunluğundan nasırlaşmış bir duygu yaşamaya başlarız ama kaybın derinliği hafızamıza yer etmiştir. Peki toplumsal hafızamız ne durumda? Toplum olarak ne kadar nasırlaştık?
Ölüm üzerine tıpkı ahlak kadar çok şey söylenmiş, özlü cümleler kurulmuştur. Her veda acıdır lakin bazı ölümler vardır ki izah edilebilirliği yoktur. Söz biter, ebedi bir yas kalır. Söz biter, kelimeler kifayetsiz kalır. Bazen söz o kadar biter ki, insanlık yetim hatta öksüz kalır. Mensup olduğu görüş, icra ettiği meslek, kurduğu hülyası fark etmeksizin her insan bir hayattır ve birinin hayatıdır. Her insan birinin kardeşi, annesi, babası, eşi buna eşlik eden sayısız sıfata tabii olur. Başka birinin -sebep her ne olursa olsun- kimsenin canı üzerinde tahakküm kurmaya hakkı yoktur. İşte ahlak bir toplum için tam da burada devreye giren bir mekanizmadır. Dinden, siyasetten her üst yapıdan bağımsız insan olmanın özünde yatan eşref-i mahlukat olmanın gerekliliğinden kaynaklanır.
Hangi meslek grubu, hangi topluluk olduğu fark etmeksizin sebep her ne olursa olsun hedef gösterilmemelidir. Gösterilen hedefler neticesinde oluşan yanlış algılar, yanlış inançlar insanlığın katili olabilir. Şu dünyadaki çatışma, şiddet ön yargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Her birey kelimelerine dikkat etmelidir lakin burada kanaat önderleri ve kitlelere hitap eden bireyler daha da temkinli davranmalıdır. Toplumsal şiddete sebebiyet veren her bir alt dinamik itina ile incelenmeli ve bu hususta tüm önlem-politikalar ivedilikle gerçekleştirilmelidir.
İbni Haldun’un ahlak perspektifinden bakmak gerekirse özünde insanın fıtratı iyiliğe yatkındır fakat çevre, toplumsal-siyasi şartlar onu kötülüğe sevk edebilir. Suç olgusunun gerçekleşmesi için buna uygun bir toplumsal zemin oluşturulmalıdır.
‘’Ahlak, insanın özünün yüreğin içindeki şeylerin dışa yansımasıdır. Herkes, davranışları ile fıtratında gizlenen sıfat ve kabiliyetleri ortaya koyar. Yapılan her davranış yüreğin meylini, muhabbetini, irade gücünü, tercihini ve aklın seviyesini gösterir.’’
Ahlaksızlığı ve kötülüğü kendine hak görme…