“Bir kadın, ne zaman kendi sesini duyurmak için ayağa kalksa, planlamamış bile olsa, tüm kadınlar için de ayağa kalkmış olur.” Maya Angelou
Mümkün mü?
Takvimlerde sıradan bir tarih gibi dursa da aslında insanlık tarihinin en derin yaralarından birine, kadının varlığının, emeğinin yok sayılmasına karşı yükselen kudretli bir çığlığın sembolü. Bu öyle bir çığlık ki, sadece sokaklarda değil, bilim laboratuvarlarında, meclis kürsülerinde ve evlerimizin içinde en güvendiğimiz yerde, en güvendiğimiz insanların yanında bile yankılanıyor. Peki, bu yankı ne kadar duyuluyor? Çığlıklarımız; yankısı adliye koridorlarında sokaklarda değil, sosyal medya mecralarında bulmaya çalıştığımız içimizde boğmaya çalıştığımız sessiz çığlıklarımız.
Kadın mı, bayan mı demeliyiz hususunda bile halen çarpıcı tartışmalar yaşadığımız bir arpa boyu yol gidemediğimiz… Karanlık sokaklardan, ne giymişlerden, kahkaha mı atmışlardan, o saatte orada ne işi varmışlardan, kaygılardan, kederden ve baskıdan solmaya yüz tutmuş tüm kadınların renkleri için. Bir zihniyeti, direnişi emek sömürüsünde başı çeken markaların indirimi üzerinden okumadan bir fikir inşasına ihtiyaç duyulduğunun kanısındayım. Senelerce yıllardır literatürde yer alan; ‘homo hominu lipus’ -insan, insanın kurdudur- savını kadın, kadının kurdudur diye uydurdukları bir safsataya dönüştürerek; kadınları da buna inandırmaya çalışıp örgütlü mücadelemizi engellediler.
Mücadelemizi engelleyen, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin beslediği ve beslendiği en önemli kaynaklardan biri de dil. Dünyayı kelimeler ve fikirler değiştirebilir. Eşitlik dilde başlar. Kullandığımız dilin, ağzımıza pelesenk olmuş şarkıların, okuduğumuz haber metinlerinin, çocuklarımızın izlediği çizgi filmlerin genelinin ne kadar cinsiyetçi söylemler içerdiğinin farkında mıyız? Tabii dizi ve film sektörümüzün kadına ve değerlere atfettiği muhteşem düzeyde yıkıcı algı yönetimini de unutmamak gerekiyor. Zengin iş insanının, zorbalıkla toksik ilişki kurduğu fakir kadınla kaotik diyalogları, aşk için güç için her şeyi meşrulaştıran çarpık ikili ilişkiler, her türlü şiddeti romantize edip umut tacirliği aşılayan yapay bir dünya.
Bilim adamı dediğimiz ilk andan itibaren bilimde kadının rolünü nasıl tartışabiliriz? Dilimizdeki bu görünmez prangalar, zihinlerimizi esir alıyor, potansiyelimizi sınırlıyor. 'Kadın eli değmiş' övgüsü, aslında bir övgü mü? 'Erkek adam ağlamaz' dayatması, duygusal zenginliğimizi yok saymak değil mi? Bu kalıpları kırmadıkça, prangalardan sıyrılmadıkça eşitlik hayal olmaktan öteye gidemeyecek. Duyguların, mesleklerin, deyimlerin temelinde yer alan tüm cinsiyetçi söylemler kaldırılmalı ve temelde sadece insan olmalı, sıfatlardan her şeyden bağımsız.
Eşitlik, sadece yasalarda değil, toplumsal vicdanda da yer bulmalı. Kadınların güçlenmesi, sadece kadınların değil, tüm toplumun kazancıdır. Kadınların eğitimine, istihdamına ve girişimciliğine yapılan her yatırım, daha adil, daha refah ve daha mutlu bir toplumun inşasına katkı sağlar. Gerçi sağlanacak sosyal destek politikalarımızın azınlıkların çıkarları doğrultusunda kontrol edildiğini düşününce konu cinsiyetten bağımsız!
Çünkü biliyorlar ki, kadınlar özgürleşmeden, Türkiye özgürleşemez.
"İşte tam da bu yüzden, tam da bu bilinçle en nitelikli versiyonumuza evirilmekten korkmayacağız. Cam tavanları kırmaya, görünmez prangaları yıkmaya, zihinlerdeki duvarları aşmaya kararlı olmalıyız. Biz, elinin hamuruyla 'kadın' sıfatının ardında cesaretle var olacağız. Biz, kadınız, anneyiz, işçiyiz, bilim insanı, siyasetçiyiz, sanatçıyız, pilotuz, futbol hakemiyiz, lideriz. Biz, hayatın her alanında varız ve var olmaya devam edeceğiz!
Unutmayalım ki, bir toplumun medeniyet düzeyi, kadına verdiği değerle ölçülür. Bizler, bu topraklarda yetişmiş, Nene Hatun'un, Engizli Fatma Çavuş’un Halide Edip'in, Sabiha Gökçen'in, Türkan Saylan'ın Cumhuriyet'in aydınlık ruhuyla yoğrulmuş, ışığında yetişmiş; onların torunları, kız kardeşleri, mücadele arkadaşları olarak hikayesi yarım kalan tüm kadınlarımız için son ana kadar ışımaya devam edeceğiz!