Son zamanlarda sürekli sosyal mecralarda karşıma çıkan bir kavramsallaştırma var. Bu kadar karşıma çıkmasının bir anlamı olmalı diyerek bu hafta yazıma konu etmek istedim. Ayrıca bu kadar nokta atışı tespitler göz ardı edilmemeli.
Almanca'da "Ellbogengesellschaft" diye bir kavram var. 1982'de Almanya'da yılın sözcüğü seçilmiş. Düz çevirisi "dirsek toplumu." Bencil, liyakatsiz, saygısız, birine dirsek atarak ilerleyen, yükselmek için başkasının ölüsünü çiğnemekten çekinmeyen insanlardan oluşan toplum demek.
1982 de Almanya da yılın sözcüğü seçilmesinde elbette o dönemin toplumsal iklimi etkili olmuştur ama bizim konumuz bundan bağımsız şekilde, kavramın kendi toplumumuzdaki tezahürü.
‘’12 yaşındaydım. 1999 Depremi'nden 1 saat sonra Yalova'da yarım litre suyu 5 liraya sattıkları gün insanların depremden daha tehlikeli olduğunu anladım.’’
‘’Biri 300 bin liralık evine 500 bin yazıyor, diğeri 150 bin liralık arabasına 250 bin yazıyor, öteki 1000 lira olan kirasına 2500 lira istiyor sonra hep beraber fiyatların ne kadar yüksek olduğundan şikâyet ediyorlar. Dolar artıyor ama açgözlülüğümüz dolardan daha hızlı artıyor.’’
“Bir üniversite öğrencisi anlatıyor: “Bizim üniversitede Genç kızların kullandığı saatlerden takan bir doktor vardı. Haline sürekli güler, eğlenirdik. Sonra öğrendik ki, ölen kızına aitmiş. Acıyla kıvranan ama konuşamayan kalpler vardır. Kibir ve peşin hüküm; ilmin ve iletişimin iki düşmanıdır.’’
Yukarıdaki örnekler illaki bir paylaşım veyahut başka şekillerde karşınıza çıkmıştır bir yerlerde mutlaka denk gelmişsinizdir. Burada amacım karamsarlık aşılamak değil, farkındalık kazandırmak. Farkında olalım dememin sessiz çığlığı bunlar, kelimeler de can bulmuş hali. Yakarış ya da isyan da değil. Sadece gelinen duruma duyulan derin bir kırgınlık.
Büyümek için büyümek sadece bir kanser hücresi ideolojisi adeta tüm dünyaya ne denli köklerini salmış şekilde sirayet etmiş. Ürkerek seyrediyoruz her birimiz. Ürkerek…
O bağırsa bile biz sağırız; kendimizden başka herkese…
“Uçurumlar var diyorum. İnsanla insan arasında. Kendiyle kendi arasında.”
Kibir insana uğradığı ilk andan itibaren yavaş yavaş kemirir ruhunu, farkında olmadan sinsice ilerleyen, tıpkı bir habis gibi. Peşin hükümsüz olmak elbette mümkün değil, hepimiz içinde yaşadığımız var olduğumuz şekilde yargılarla bütün doğuyoruz ama yargıların esiri olmamak elimizde. Bunlar öğretilmiş şeyler ve yeni öğretilerle değiştirilebilir. Sert bir kaya bile zamanla usul usul rüzgarla yontulurken bizim toplumumuzdaki bu direnci anlayabilmiş değilim.
Aslında dirsek toplumu kavramını görünce benim aklıma dirsek atmak yerine; dirsek dirseğe omuz omuza olmak, bir bütün olmak gelmişti. Ne de olsa hepimiz biriz zihniyetinin hüküm sürdüğü bu kadim toprakların ferdi değil miyiz? Yeryüzüne düşen ilk acıdan beri sayısız acıyı omuz omuza aşan. Mutlulukları paylaşıp çoğaltan, acıları paylaşıp azaltan. Seçim, hepimizin ellerinde, hepimizin avcunun içinde.
İnsan elbette yaratılış gereği noksandır. Noksanlıklar da bizi güzelleştirir. Lakin kâmil olan daim tam görür, eksik olan ise cümle alemde yalnız eksiklik olur. Kişi de ne varsa karşısındakini de aynı görür.
Dirsek atmayı değil, dirsek dirseğe olmayı seçenlerden olmak ümidiyle…
Kalemine yüreğine sağlık
Teşekkür ederim güzel annem