Aslında bu hafta ele alacağım konu benim nazarımda Türk toplumunun bıçak sırtı diye nitelendirebileceğimiz konularından biridir.
Sevenin fanatik biçimde sevdiği, ciddi bir kitleye hitap eden; sevmeyenin ise yoğun şekilde eleştirilerle yerdiği grisi olmayan kutuplaşmaya çok açık bir konu. Lakin benim yazımın içeriği temelde kutuplaşmayı tetikleyici ya da taraf tutucu değil, farklı bir pencereden bakmayı sağlamak mahiyetindedir.
Son zamanlarda ekranlarda gündüz kuşağı programlarının artışı benim için oldukça dikkat çekici bir veri. Neredeyse her kanalda modadan tutun da her çeşit gündelik, ailevi konuyu ele alan değişik içeriklerde üretilmiş temelde aynı amaca hizmet eden programlar silsilesi. Birçoğunda suç olgusuyla yakından ilişkili vakalar yer alıyor. Tıbbi ve hukuki yönünden mütevellit yine bünyesinde belli meslek elemanları da mevcut, olaylara ve kişilere karşı onların teorik ve pratik bilgilerini de dinliyoruz. İşledikleri her konu bu denli toplumsalken hiçbirinin bünyesinde toplum bilimci bir yorumlayıcı bulunmuyor maalesef. Gözden kaçmış olma olasılığına kendimi inandırmak istiyorum. Temel de toplum yararı güderken bu alanda yer alan meslek gruplarını bünyesinde bulundurmamak bana biraz çelişkili geliyor.
Bu durum için çok uygun bulduğum Hemingway’in buz dağı teorisinde bahsettiği bir tanım var;
‘’Bir buzdağının hareketinin saygınlığı, yalnızca sekizde birinin su üstünde olmasından kaynaklanmaktadır.’’
Tüm toplumsal dinamiklerin, kişiye özgü süreç ve değerlerin bu denli sergilenmesi her şeyin bu kadar alenen gözler önünden gerçekleşmesi bize ne kazandırır ne kaybettirir bunun dengesini iyi kurmak gerekiyor. Ya da ne kadarı sergilenmeli?
Popüler gündemde şu sıralar yer alan bir intihar olayından sonra tartışmalar daha da gün yüzüne çıktı. Her zaman olduğu gibi suçlamalar, eleştiriler ve oklar farklı farklı yönlere çevrildi. Suçlu aramak ya da suçlamak bize hiçbir şey kazandırmaz.
Kuramsal eğitimlerimiz esnasında Durkheim’ın İntihar Teorisi üzerinde oldukça uzun süre durmuştuk. Özetle Durkheim, intiharı toplumsal bir olgu olarak açıklıyor ve bunu temellendiriyor. O yüzden milyonların izlediği herhangi bir kanalda toplum tarafından hedefte olmak, bunun sonsuza dek kayıtlı kalacağını bilmek, eleştiri ve linç kültürüne maruz kalmak insan da belli eğilimleri tetikleyebilir. Çünkü bireyin toplumla olan diyaloğu ve ilişkisi zayıfladıkça ya da damgalandıkça kendi yaşamıyla ilişkilerini tekrardan gözden geçirme ihtiyacı hissedebilir.
Sosyolojik araştırmalar ya da analizlerin büyük bir çoğunluğu, bireylerin gözlenmesini ve konuşulmasını kapsamaktadır. Sosyolojik bakış, toplum ve birey arasında tek yönlü değil, çift yönlü düşünmektir. Bireyler eylemleriyle toplumları yaratırlar, fakat açıkça bireyler de toplumlar tarafından yaratılırlar. Yani birey kavramı toplumsal olarak inşa edilmiştir. O yüzden bireyi toplumdan ayrı düşünmemiz mümkün değildir.
Son kertede benim için gündüz kuşağı programları yokuş aşağı yol almak gibidir. Her an yuvarlanmaya, düşmeye, olumsuz bir durumla karşılaşmaya hazır olmak gereklidir. İlerlerken adımlarınızı temkinli atmak zorundasınız. Çok hızlı ilerlemek düşmenize sebep olabilir, yavaş ilerlemek gideceğiniz yere varmanızı geciktirebilir. Özellikle bu programlarda kullanılan dil ve üslup daha duru olmalıdır. İzlerken manşetlerdeki yazılara daha dikkat ederseniz ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Bu programların içerikleri reyting endeksli olma niyetiyle değil, toplum ve ruh sağlığı temel alınarak düzenlenmelidir. Yoksa yokuş aşağı yuvarlanmaktan bir farkı kalmayacaktır.