“Adaletin yarısı merhamettir.”
Ne de güzel söylemiş Halil Cibran, anlamak isteyene bu cümle her şeyi özetliyor.
Türkiye gündemi her zaman ki gibi çok yoğun, ama ben bir toplumbilimci olarak işin toplumsal olaylar-olgular kısmıyla daha çok ilgileniyorum. Bir toplumu özünde ayakta tutan husus, toplumsal özellikleridir aslında. Her zaman inandığım bir şey vardır ki birey içinde yaşadığı toplumla var olur. Toplumun özelliklerini iyi bilen kendini de bilir. Şu an günümüzde aslında savaş şekil değiştirmiş denilebilir. Çünkü bu yüzyılda bir toplumu yok etmek için o toplumu var eden özellikleri yok etmek gerekir. Bunu başarmak toptan, tüfekten daha az ses çıkarır çünkü ve dikkat çekmez. Ölmek ve yok olmak denilince akla hep ruhun bedenden ayrılması gelir ama kimse fikirleri ölenleri düşünmez. Tek tek bireylerin fikirlerini öldürmek, totalde bir toplumu öldürmektir. Zihin sürekli meşgul ve diğer alıcılara odaklanmış durumdayken düşünmeye, üretmeye vakti kalmaz. Amiyane tabirle toplum olarak, aklı yavaş olana değil de ayağı yavaş olana, yüreği kör olana değil de gözü kör olana acırız. Yürek körlüğü değil midir merhametsizliği besleyen? Birçoğumuz yüreği kör bir şekilde yaşamaya ve susmaya alışmış şekilde devam ediyoruz hayatlarımıza.
‘Adalet sistemiyle ilgili büyük eksiklikler var’, ‘Geç gelen adalet, adalet değildir’ gibi söylemleri günlük hayatta çok fazla işitmişizdir. Ama bunu değiştirmek ya da dönüştürmek için ne kadar harekete geçeriz? Söylemlerin salt gücüne sığınıp, olduğumuz yerde durmak bize değişimi getirmeyecektir. Farkındalık kazanmak, farkındalık yaratmak…
Temeldeki amaç buna hizmet ettiği zaman değiştirme gücümüzü etkin bir şekilde kullanmış oluruz.
Biz değiştirme gücümüzü öğrenmek, bilgilenmek, araştırmak veyahut aydınlanmak yerine; sosyal medya mecralarında kullanmayı tercih ediyoruz. Parmaklarımızın çalıştığı kadar, zihnimiz çalışıyor mu mesela? Adaleti sağlamak ve arzulamak, vicdan rahatlatmaktan çok daha ötede bir yerde olmalıdır. Sosyal medya mecralarında meramını duyurmaya çalışan kimseyi yargılamak değil amacım, sadece sosyal medya da gösterilen ‘sahte duyarlılık.’
Burada dini, kültürel ve ahlaki söylemlerin yerine vicdanı baz almalıyız. Yüzümüz her daim vicdanımıza dönük olmalı, ruh ve vicdan arasındaki o bağın varlığını korumalıyız. Çünkü ruh ve vicdan arasındaki o akış kesildiğinde her çeşit ahlaksızlık, yolsuzluk ve suç ortaya çıkar. Ve en büyük adalet terazisi insanın vicdanına kurulmuştur, onu en iyi yargılayacak olan yine kendisidir. Çünkü vicdan, insanın içindeki Tanrı’dır.