Sabahattin Ali’nin dediği gibi; “Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun…”
Son yıllarda ülkemizde, yalnızca toplumsal sosyal yapıyı değil, toplumun her kesimini derinden etkileyen yüreğe dokunan bir dizi önemli proje hayat buluyor. İnsanlığın değerini merkeze koyan, ayrıştırıcı kültürden uzak bir yaklaşımı benimsiyor ve ekonomik zorluklarla boğuşan halkın en temel ihtiyaçlarına yönelik düzenlenmiş, diğer yandan eşit ve adil şartlar altında yaşamak için hepimizin içinde bir umut ateşi yakıyor. Kreşler ve kent lokantaları gibi çağdaş eğitim ve toplumsal adaleti temel alan yaşayan projeler ülkemizde hüküm sürüyor, sürmeli de.
Sosyolojik açıdan incelendiğinde derin yoksulluk gibi bir kavramın son yıllarda daha da lügatimize girdiğini görebiliriz. Makasın her geçen gün kapanamayacak kadar açıldığı, orta sınıf diye addettiğimiz sınıfın tamamen yok olduğunu da görebiliriz. Hiçbir çocuk geride kalmayıncaya dek düsturuyla hareket eden; çocukların eğitim hayatına başlamak için daha nitelikli bir fırsat bulabilmesi adına atılan adımlar, aslında sadece bir eğitim reformu değil, aynı zamanda daha eşitlikçi, daha adil bir toplum kurma yolundaki bir adımdır. Bir ülkeyi var eden mihenk taşlarından biri eğitimdir tıpkı yok edebilecek olduğu gibi. Belediyeler eliyle açılan kreşler, küçük yaştan itibaren çocukların psiko-sosyal ve her bağlamda gelişimlerine katkı sağlarken, kadınlara da çalışma hayatlarında daha aktif olabileceği koşullar oluşturuyor.
Halkın sofrasında herkese yer var bilincini savunan kent lokantaları, bölünürsek yok oluruz, bölüşürsek tok oluruz inancıyla hizmet veriyor. İçinde yaşadığımız çağda karamsarlık ve umutsuzluğun pompalandığı karanlığın, griliğin gücü kırılarak toplumsal dayanışmaya, umuda, maviliğe inancımız artırılıyor. Sosyal belediyeciliğin yaşayan kanıtı olan kent lokantaları, "gönül dostluğu" anlayışının bir yansıması; toplumun tüm kesimlerinin birbirine daha yakın olduğu, her türlü önyargının kırıldığı eşit bir alan sunuyor. Ancak üç beş kişinin değil milyonların yararına olan, bu projeler ne yazık ki her zaman beklenen desteği bulamıyor hatta yargılanıp alay konusu oluyor. Yerel yönetimler, belediye başkanları şehrin güvenilir insanı unvanını halk tarafından alırlar çünkü hizmetin rozeti olmaz.
Ekonomik krizler, bütçe kısıtlamaları ve yönetimsel değişiklikler, linç kültürüyle, ayrıştırmayla yaratılan bu sistemde zarar gören yine halk oluyor. Son dönemde hükümetin gönle dokunan yerel projeleri hedef alan tutumu, özellikle sosyal yardımlar ve kamu hizmetleri açısından infial yarattı.
Bütün bu gelişmelerin arkasında, devletin sosyal sorumlulukları yerine getirip getiremeyeceği, halkın projelere olan güveniyle doğru orantılı. Peki, bu projelerin yalnızca karamsar bir tabloyu yansıttığını mı yoksa aydınlattığını mı düşünmeliyiz? Tam tersine, toplumsal sorunların çözülmesi adına atılacak her adım, bir umut ışığıdır. Fayda odaklı ve uyuşmuş bu çağda insanın ihtiyacı olan en elzem duygu umuttur.
Yaşam, sadece ekonomik göstergelerle ölçülmez. Bir insanın hayatına gönlüne dokunabilmek, onu daha adil, umut dolu bir geleceğe taşımak için mücadele etmeliyiz. Dijitalleşmenin ve teknolojinin ilerlediği, ancak bu ilerlemelerin toplumsal adalet, eşitlik ve etik değerlerle pekişmediği bir dünyada yaşıyoruz geliştikçe ilkelleşiyoruz. Ekonomik krizlerin, yüksek enflasyonun, yaşam pahalılığının yaşandığı bu dönemde, halkın derdi sadece karnını doyurmak değil; aynı zamanda huzur, güven, adalet ve değerlerine sahip çıkmak olmalıdır.
Zira, bir toplumun zenginliği yalnızca maddi birikimle ölçülmez; aynı zamanda yaratılmış her canlıya saygı göstermekle de büyür. Hissediyormuş gibi yapmak, sahte duyarlılık göstermek, toplumsal sorumlulukları unutarak yalnızca bireysel çıkarlar uğruna hareket etmek... Yaşamanın yolu; cesaretle, sevgiyle, adaletle, emekle, umutla var olmaktan geçiyor. İşte tam da burada, kreşlerin, kent lokantalarının ve benzeri projelerin manasını anlıyoruz. Bazen bir lokmayı, sofrayı paylaşmak bazen çağdaş, nitelikli bir eğitim fırsatı sağlamaktır. İyilik, adalet ve dayanışma susarsa, karanlık daha da büyür. Zamanın ruhunun; sesini çıkaran, cesaretini kaybetmeyen, haksızlığı kendine reva görmeyen, adaleti şiar edinmiş bir toplum dinamiğine ihtiyacı var.