Çocuk. Narin.
Bir çocuğun nasıl doğduğu değil, ne koşullarda yaşadığı ve öldüğü utandırır bizi. Onlara sadece yaşam borçluyuz; korkusuz, umut dolu, aydınlık, adil, özgür ve güvenli bir yaşam. Ancak ne yazık ki, dünyada her 10 çocuktan 1’i, yaşama hakkını aramak için doğduğu günden itibaren savaşmak zorunda kalıyor.
Hiçbir zaman çocukluğunu yaşayamayacak olan çocuk/lar. Dünyanın her yerinde tüm sıfatlardan bağımsız sadece çocuk, yalnızca çocuk olmalıdır. Bu yazı, hikayesi yarım kalmış her çocuğun yarım bırakılmış hayallerine ithaf edilmiştir.
Bir çocuk ne zaman çocuk olur?
Kimsesiz kız çocuğu mezarı. Kırılan baskülüne ağlayan bir çocuk.
Vitrindeki oyuncaklara sadece uzaktan bakabilen küçük bir kız çocuğu.
Kışın montsuz, ayakkabısız okula giden İpek.
Henüz oyuncaklarına dahi veda etmeden, birilerinin ‘günah’ anlayışıyla hayatı çalınan çocuklar.
Fotoğraf makinesini silah sanan, savaşın ne demek olduğunu bizden çok bilen çocuk.
Soma’da yetim kalan çocuklardan sadece biri.
Oyun parkında olması gerekirken çekiç, kürek tutan eller.
Çöpten toplanmış kağıtların arasındaki 1.5 yaşındaki Erol’un bakışları.
Soğukta sadece oyun oynayanları izleyebilen bir çocuk.
Üst geçitte mendil satan, bir yandan defterine bir şeyler karalayan küçük bir kız.
Otobüs egzozuyla ısınmaya çalışan bir minik el.
Savaşın ortasında oyun kurmaya çalışan erkek çocukları.
Tırnağını annesi keserken, parmağını makinesi kesen çocuklar.
Babasının hastalığı nedeniyle okuldan çıkınca boyacılık yapıp eve ekmek götüren Elif.
Kız kardeşini havan saldırısından korumaya çalışan küçücük bir Suriyeli çocuk.
Hayali sorulduğunda “hayalim yok” diyen inşaat işçisi bir çocuk.
İstatistiklere göre, dünyada her yıl 5 yaş altı yaklaşık 5.5 milyon çocuk hayatını kaybediyor. Bu ölümlerin büyük bir kısmı, temiz içme suyu ve yeterli beslenmeye erişim eksikliği, savaşlar, şiddet ve istismar gibi insan kaynaklı sebeplerle gerçekleşiyor. Çocukların yarısından fazlası, yeterli eğitim ve sağlık hizmetlerinden faydalanamıyor. Ve çocuk işçiliği, dünyada hala 160 milyon çocuğun hayatını, masumiyetini kaybetmiş bir yaşam gerçekliğiyle çocukluğunu elinden alıyor. Dijitalleşme, teknolojik devrim ve bilginin arşa çıktığı erdemli bir çağ için ne yıkıcı veriler değil mi?
Çocukları sadece birer rakam gibi görüyoruz. Bir istatistik, bir sayı, bir haber bülteni… Çocuklar bizim için sadece dilimizdeki tatlı kelimelerden ibaret, ama hayatlarında bu kelimeler kayıp. Gerçekten düşündüğümüzde, onlar için bir şeyler yapıyor muyuz?
Sosyolojik bir perspektiften bakıldığında, tüm bu durumun temelinde toplumların eşitsizliği, kapitalizmin acımasızlığı ve devlet politikalarının yetersizliği yatıyor. Kapitalizm, her şeyin para ve güç etrafında döndüğü bir sistem yaratmışken, en savunmasız olanlar -çocuklar- bunun bedelini canlarıyla ödüyorlar. Eğitim, sağlık ve temel ihtiyaçlar sadece özelleşmiş ve sermaye sahiplerinin oyun alanlarına dönüşmüşken, devletlerin ve toplumların bu meseleye dair ciddi sorumlulukları yok sayılmakta. Ne yazık ki, her şey pahalı ve ulaşılmaz.
Bizler, çocukları sadece masumiyetin simgesi olarak görmekle yetiniyoruz ama onlara olan sorumluluğumuzu yerine getirmiyoruz. Bu korkunç bir çelişki.
Bir çocuğun en değerli varlığı, biricik yaşamı, merakı ve hayal edebilmesidir. Bunu ellerinden alırsanız geriye geleceksiz bir dünya kalır. Çünkü hayal kuramayacak çocuklar, geleceksiz bir dünya demektir.