Artık hiçbir şeye şaşırmıyorum denilecek noktaya geldiysek neden diye derinlemesine düşünmek gerekir.
Bildiklerimizi belki revize etmek hatta en baştan inşa etmek. Duyarsızlaştığımız her şey bizi istenmeyen durumlara sürüklüyor olabilir. Alışmak iki ucu keskin bir kavram; neye alıştığın senin kim olduğunu hatta ve hatta şartlarını belirler.
Gündemin buhranlı havası insanın yazma direncini bazen kırabiliyor. Ülkemizin gündemi her an her saniye dinamik… Nereden başlayacağımı bilemiyorum.
Günden güne çürümek nedir desem siz ne derdiniz? İnsanın ruhunu ne çürütür ne tüketir?
Değişen toplumsal iklim ve koşullar bizi stres kaygı ile yoğuruyor. Bir değirmenin içinde öğütülüyoruz.
İbn-i Sina stres ve korkunun bir canlıyı nasıl yok ettiğini göstermek için bir deney yapar. Deneyin tıbbi bir tarafı olsa da toplum endeksli bakılınca ciddi bir sosyolojik analiz olduğu kanısındayım.
‘’Bu deneyde aynı kilo, aynı yaş ve aynı cinsteki iki kuzu aynı yemlerle beslenecek şekilde iki ayrı kafese koyar. Kuzuların yaşaması için tüm koşullar eşit şekilde sağlanmıştır. Ancak bu kafeslerin yanında bir kafes daha yer alır ve içinde de bir kurt vardır. Kuzulardan sadece bir tanesi kurdu görebilir.
Deneyin ilk zamanlarında hiçbir sorun yoktur ancak aradan zaman geçtikte kurdu gören kuzu yemek yememeye ve huzursuz davranmaya başlar. Gittikçe zayıflar ve güçsüzleşir. Kurdu görmeyen kuzu ise son derece sağlıklı ve huzurludur. Kurdu gören kuzu aradan geçen zaman sonunda yaşadığı stres ve korku yüzünden ölür.’’
Meşhur tabip, filozof İbn-i Sina’nın deneyi zihinsel etkinin, insanın fizyolojisi üzerinde etkisini deneylemiştir.
Aslında insanın tek kaygısı kendini keşfetmek olmalıyken; biz ekonomik-sosyolojik-siyasi-güvenlik ve gelecek kaygısı gibi saymakla bitiremeyeceğimiz bu alt başlıklar ile yüzleşiyoruz. Elbette önceki yazılarımda Twerski’nin ıstakoz örneği üzerinden atıf yaparak stresin dönüştürücü etkisi üzerinde durmuştum. Burada kastedilen korku ve stresin duygu olarak var olmasının ötesinde buna sürekli maruz kalmak ve alışmak diye düşünüyorum.
“Faydasız bir hayat, erken bir ölümdür” demiş Goethe. Eğer, Goethe haklıysa; yeryüzü şu an yaşayan ölülerle doludur.
Çağımızda neredeyse her kulvarda at koşturan hazcı ve faydacı zihniyet, ölümsüzlük özlemi ve farkında olmak yerine fayda bulmak düsturu hâkim.
Aslında sanal ve fiziki her ortamda tartışmaktan hoşlandığımız tüm konular yaşamın çok küçük bir parçasını oluşturmaktadır. İnsanın tabiatını ve sırlarını görmezden gelen hiçbir görüş, hiçbir alan insana fayda sağlayamaz. Bunun idrakini kendi özel hayatlarımızda sağlamalı ve bunu genele yaymalıyız.
Tüm algısal dayatmalar, tüm kalıplar, tüm sosyal mecralar bize kendi doğrularının ve amaçlarının insanlığın ortak doğruları ve amaçları olduğunu her an fısıldamaktadır. Bu fısıltıya kulak vermek ya da kulak tıkamak insanın kendi seçiminin sonucudur. Her seçimin bir bedeli ve bir ödülü vardır.
Kelamımı bir soruyla sonlandırayım;
Siz şaşır(m)ıyor musunuz?