Her birimiz kendi küçük dünyasının yaşam zedesiyiz bir yerde…
7 Güzel Adam şiiri de burada bitti artık, son temsilcisi Rasim Özdenören için de gülleri derme vakti geldi. Başka mısra yok artık. Üstad birçok kitap ve söz yadigâr bıraktı lakin bir nasihati vardı ki insan ruhunda ebedî kalması gereken cinstendi;
"Bol bol okuyun ve okumayı terk etmeyin. Derdi olan insan okur, derdi olmayan da okuyarak dert sahibi olabilir. Asıl mesele bir derdimizin olmasıdır."
Elbette asıl mesele zedelenecek olduğumuz bu yaşam örgüsünde bir dertle yoğrulmak bazen de hem-dert olmaktır. Buradaki kasıt acıyı sevmek veyahut mutsuz olmak gayesi değildir. Buradaki kasıt insan kendi derdinden gayrısına üzülüp yanınca, kendi derdine de çare bulmasıyla ilişkilidir.
Toplum olarak gerek tarihi gerekse sosyal bağlamda travmalarla dolu olduğumuz kanaatindeyim. Biz acının güçlüsünü yetiştiren topraklarda doğmuş çocuklarız. İnsanlar acının güçlüsü olur ya da sevginin güçlüsü… Bir taraf mücadelesi uğruna kazımaktan, tırnak diplerini kanatmaktan imtina etmeyen; diğer tarafta ise elleriyle değdiği şeyi iyileştiren… Acını fark ettiğin an onun şifasını bulma, yaranı iyileştirme sorumluluğundasındır artık. Peki, toplum olarak bunun ne kadar farkındayız? Acı-zade miyiz, acı-zede mi?
Olumsuz ya da olumlu her söylemin hatta düşüncenin evrende bir karşılığı olduğuna inanan bir birey olarak; evrende yoğun acı çeken birinin varlığı -nerede olduğu fark etmeksizin- diğer her birimizi etkiler. Ne de olsa yaşamak, yaralanmaktır, zedelenmektir.
Sayısız filozof mutluluk üzerine söz söylemiştir. Gerçek mutluluğun olabildiğince acıdan kaçmakla başarılabileceğini savunanlar olmuştur. İnsanlar da yaşam içerisinde acıdan kaçmak hazza ulaşmak için çeşitli savunma mekanizmaları geliştirir.
Her duygunun, insanların bir meta gibi vahşice tüketildiği bu çağda dolandırıcılık stilleri bile insanların duygularının suiistimal edilmesi üzerinden gerçekleşir hale geldi. Sizler için de ufak bir uyarı niteliğin de olsun maddi-manevi olarak en çokta manevi olarak kendinizi korumaya özen gösterin.
‘’Tıpkı bir değirmenin buğdayı öğütmesi misali,
Öğütüle öğütüle yok olmaya yüz tuttu insanlık…’’
Şimdi gelelim en mühim soruya; biz ne kadar öğütüldük? Can olmaya mı, yoksa yok olmaya mı yüz tuttuk?
Her fırsatta kendime hatırlattığım, kâinatta bir zerre olduğumu bana hatırlatan ve her aklıma geldiğinde bana ne için çabaladığımı, emeğimin karşılığını aldığım bu kıssadan hisse ile sonlandırmam gerekirse;
‘’Büyük bir yangın var ve tüm orman yanıyor, bütün hayvanlar sadece izliyor. Bir serçe uçuyor, ağzına su alıp yangının üzerine döküyor. Bunu defalarca hiç bıkmadan tekrarlıyor. Bütün hayvanlar gülüyor, hep bir ağızdan ne yapıyorsun diyorlar? Senin küçücük gaganla döktüğün suyla mı sönecek koca yangın? Serçenin cevap kudretli ve ibretlik, benim elimden gelen bu.
Siz ormanı içinde bulduğumuz zedelendiğimiz hayat olarak düşünün, serçeyi düşünün, diğer hayvanları düşünün, size gülen her fırsatta yargı oklarını yönelten insanları ve ne olduğunuza, kim olduğunuza, ne için yaşadığınıza karar verin. Benim elimden gelen bu.
Tüm yaşam-zedelere ithafen, merhamet ve dayanışma ile…