‘’İnsanlık bir kimliktir. Tüm insanlar aynı hamurdan yapılmıştır. En azından bu dünyada, yazgı bakımından aralarında hiçbir fark yoktur. Öncesinde aynı karanlık, yaşam süresince aynı beden, aynı son. Ama insan mayasına karışan cehalet onu karartır. Tedavi edilemeyen bu karanlık insanın içini kaplayınca kötülüğe dönüşür."
Koyu karanlığın ortasında kandilsiz kalmış gibi bir gündemden geçtik yine. Cehaletin kol gezdiği, korkunçça bir kötülükle irkildik. Sahi şu sıralar kötülüğün soğuk ve paslı nefesini ruhumuzun en derinliklerindeki umut bahçelerimizde ne kadar çok hisseder olduk değil mi? Öyle bir soluyor ki nefesini, şiddeti tüm bahçeyi talan etmeye yetiyor. Ne denli iflah eder bu sefer kelimeler bilemem, bildiğim tek şey bazen kelimeler de incinir. Mesela çocuk kelimesinin yanına gelecek her fiil ürkektir ve ürkmelidir de. Bazı sıfatlar vardır ki insan çocuk kelimesinin yanına yazmaya utanır. Okuduğum her başlık veyahut sloganda çocuktan sonrası bazen derin bir mutluluk bazen de derin bir boşluk uyandırır içimde.
Ufacık bir bedenin kontrolü dışında hüküm süren olgular yüzünden, dünyadan koparılmasına şahit olmak… Bunu sindirmek olanaksız. İdrak etmeye dahi çalışmak insanın nefesini kesip, boğazını düğümler. Üzerine ne söylenirse söylensin, ömrünün hayallerinin yeşermesi gereken filizlenmesi gereken yaşta sırf yanlış toprağa dikildi diye solan yok edilen bir çiçeği yeşertemeyiz. Solanı yeşertemeyiz... Alnımıza çalınmış bu kara lekeyle yaşamaya çalışırız. Hala birkaç kelam etmeye çalışıyorsak başka topraklardaki çiçekler solmasın çabamızdandır.
Aynı evrende yaşamamalı cellatlar ve çocuklar…
Toplumsal-kültürel değerler, normlar, gelenekler… Bu gibi başlıkları bir toplumu ayakta tutmaya yarayan sac ayakları gibi görmek gerekir. Saydığım kavramlar kendi çocuğun dahi olsa; onun adına karar alma hakkını bizlere vermez. İnce bir çizgi vardır birey olmakla esir olmak arasında. O çizgideki keskin ayrımı belirlemeye yarayan kıstas değildir bu kavramlar. Kendi öğretileriniz üzerinden şekil verebileceğiniz, başka kavramlarla meç edip uygunu usulü budur diyeceğiniz kavramlarda değildir. Çocuk, sadece çocuktur.
Tünelin ucundaki ışığı görmemizi sağlamaya yaraması gerekirken bu kavramlar, o tüneli başımıza yıkıp can almasını emreden bizleriz. Var etmeye dair hiçbir gücümüz yokken, yok etmeye korkakça bir hayranlığımız var. Yok ediyoruz, yok oluyoruz…
Emek, acı çekmek kökünden türemiş bir kelimedir. ‘’Zahmet, eziyet, acı’’ anlamlarına gelmektedir. İstisnasız her çağda emeğe gözyaşı bulanmıştır lakin emeğe vurulan kelepçenin çektiği acıya şahit olmak bu çağda görülmüştür.
‘’Sefalet, sadece bir sınıfın malı veya kaderi değildir. O, bütün insanlığın ve içinde sefaletin kol gezdiği cemiyetlerin ayıbıdır. Eğer bir evde sefalet varsa, bir aile yoksulluğun, düşkünlüğün korkunç pençelerinde can çekişiyorsa bundan sırasıyla o evin komşuları, o mahallenin sakinleri, o şehrin kalabalıkları, o memleket sorumludur…’’
‘’Bir gözyaşı gördüm
Ve öyle bir ağlamak tuttu ki beni
Bin yıllık acıyla ağladım adeta
Onun kudretli ellerine vurulan kelepçe
İnsanlığın namert bağrına vurulmuştu...’’
'Çocuk sadece çocuktur'