Elbette insan unutmanın şerbetini içmeye muhtaç, lakin daha bundan iki-üç hafta kadar öncesini nasıl unutup bu denli anormal hareket ediyor şaşılmayacak gibi değil.
Bu konudan aslında önceki yazılarımda bir hayli bahsetmiş ve pandemi öncesi-sonrası yaşanacaklar diye öngörülerde bulunmuştum. Ama bu öngörülerde bulunurken ben bile bu kadarını tahmin edememiştim doğrusu. İnsanlık olarak bir yerlerde ciddi sorunlar yatıyor amma bu ne zaman araştırılmaya değer kılınır bilinmez.
İki gün aç kalacağız diye korkup marketlere akın ederken, sadece aç kalmaktan bu kadar korkarken şuan ölümün üzerine üzerine yürüyoruz. Bilmem farkında mıyız?
Daha pandemi bitmedi bunu yinelemek istiyorum, çünkü vaka sayıları hala kayda değer yükseklikte ve vaka sayısı demek hala Covid-19 virüsü taşıyan; bulaştırma ihtimali olan insanlar var demek oluyor.
Her gün sabah haberlerini açıp incelerseniz, ne kadar da güzel akıllanmamışız diyorsunuz.
Yeni normalleşme süreci derken, bir (a)normalleşmeye doğru hızla ilerliyoruz.
Piknik yerlerinde, sahillerde ulu orta atılan çekirdek çöplerini gördüysek eğer bilin ki insanlar hiç akıllanmadan geri dönmüştür. Tahakküm nesnesine çevirdiğimiz tabiat ananın yine gözleri yaşlıdır hiç şüphesiz. Hepimiz konuşurken mangalda kül bırakmayan laflarımızda hep doğayı seven, koruyan bilinçli bireyleriz değil mi? Görüntülerden her şey alenen ortada!
Ne güzel demiş Ahmet Hamdi Tanpınar: ‘’İnsan güzel şeye düşmandı. Nasıl bilmeden kendi saadetini, başkasının saadetini yıkmak isterdi? İnsan huzurun, iyiliğin düşmanıydı, kendi kendisinin düşmanıydı.’’ Sanki özetlemiş çağımızı, ne eksik ne fazla. Tam da böyle!
Kadın cinayetleri, kadına şiddet her gün eksiksiz haberlerde, manşetlerde… Ne çok acı var değil mi?
Ölüme özellikle bu dönemde çok fazla yaklaşmış hatta isminin zikredilmesine bu denli alışmış ve ölümün o soğuk nefesini ensemizde hissetmişken bile akıllanamadık…
Yüreğimizde büyük bir nefret, kin ve nifak tohumları varmış gibi hareket etmeye devam ediyoruz. İnsanlık çoktan ölmüşte sadece bedenler yaşıyor misali. Ruhlarımızda derin yaralar, acılar, izler var olabilir. Toplumsal kodlarımıza bile işlenmiş, kendi kimliğimizden, canımızdan çok daha ötede ideolojilerimiz belki. Amma bilinmeli ki insan, insandır. Hem de tüm kategoriler, ayrıştırmalar, başlıklardan arındırılarak insandır.
Maske kullanımındaki yanlışlıklardan bahsetmek bile istemiyorum. Burnunuzu kapatmadan taktığınız veyahut çenenizin altındaki maskenin sizlere hiçbir koruyuculuğu yok.
Gelecekten umutlu bir birey olarak isterdim ki gerçekten yeni normal olsun, ama ortada yazmakla bitmeyecek anormallikler hüküm sürüyor. ‘’Çuvaldızı da iğneyi de kendimize batırıp biz bu anormalliğin neresindeyiz? Ruhumuzda örülmüş örümcek ağlarını nasıl yok ederiz? Yüreğimizi bağlayan katrandan nasıl arınırız?’’ gibi nice soruları kendimize sormalıyız. Cevaplarda da dürüst olup, kendimizi yargılamaktan korkmamalıyız. Diğer insanlara dair hükümlerde bulunmak hep kolay olmuştur. Sürekli diğer insanlar üzerinden hüküm giydirdiğimiz yargı oklarını kendimize çevirelim. Belki bu sayede içimizde bir şeyler yeşerir, göğüs kafesimiz genişler...