Olanı durdurmaya, olmayanı oldurmaya çalışmaktan, yaşamaya fırsat bulamıyor insan…
Bu sözü okuduğum anda bu hafta kesinlikle konu olarak seçmem gerektiğini düşündüm. Günümüzde insanın geldiği varoluşsal kademe ancak bu kadar kısa ve net özetlenebilirdi. Oscar Wilde’ın da tam bu durumu destekleyecek nitelikte bir tespiti var. “Yaşamak çok nadir rastlanan bir şeydir. Çoğu insan sadece var olur.”
Olanı durdurmak, olmayanı oldurmak meselesine gelelim…
Hayat akışı içerisinde çoğu an ne kadar müdahale edici, kabullenişten uzak olduğumuzun farkına varıyor muyuz? Farkına vardığımız an harekete geçecek tekamülü sağlıyor muyuz? Ruhumuzun kâmil seviyesine ulaşması için geçirdiği bu aşamalar bize ne söylüyor, o söze kulak veriyor muyuz?
O kadar hızlı koşuyoruz ki, ruhlarımız geride kalıyor. Sahip olduğumuz her şeyi metalaştırıp, nesneleştirmek göstermek zorundaymışız gibi. Sırrın gizeminden, büyüsünden uzaklaşıyoruz. ‘’Sevda, sırrınan olur.’’ zihniyetinden ‘’Sevda, gösterişle olur.’’ zihniyetine evirilmiş durumdayız. Sevda nitelendirmesini sadece gönül ilişkileri üzerinden değil, gönlümüzle bakıp gördüğümüz her şey üzerinden düşünebiliriz. İşimiz, aşımız, eşimiz hatta evladımız…
Ruhun doymadıysa, her zaman açsın.
‘’Nadiren, bilmiyorum’’ gibi kelimeler lügatimizde silik birer iz gibi. Özel alan denen kavram bize o kadar uzak ve sisli ki. Artık her şey çok berrak ve aleni, bu berraklık ne kadar da ruhlarımızı karartıp azaltıyor aslında. Bunca gösterme ve gösterilme ihtiyacı arasında biz sadece nefes alıyoruz yaşamaya dair. Sahi az olan aslında çoktur sözünü işitmeyeli ne kadar zaman olmuştur? Belki kulaklarımız için duyulmaya bile yaraşır bir söz değil. Çünkü az olan gösterilmeye layık değildir, çünkü az olan aslında yoktur. Ve yokluk çokluğun karşısında her zaman yenik düşer. Halbuki yok olmak en büyük özgürlüktür. Sahip olduğumuz, sergilediğimiz her şeye dair bir bedel öderiz hayatta.
Büyük bir Japon bilgesi, çölde kumlar üzerinde oturmuş, meditasyon halindedir. Delikanlının biri, ona yaklaşır ve der ki: -Beni öğrencin olarak kabul et. Bilge, parmağıyla kumlar üzerinde düz bir çizgi çeker ve şöyle der: -Kısalt! Genç, avuçlarıyla çizginin yarısını siler. Bilge der ki: -Git, bir sene sonra tekrar gel! Bir yıl geçer. Bilge, yine bir çizgi çizer ve der ki: -Kısalt! Delikanlı, bu kez çizginin yarısını avucu ve dirseğiyle kapatır. Bilge, onu da kabul etmez: -Git, gelecek sene yine gel! Gelecek yıl olur. Bilge, tekrar kumların üzerine bir çizgi çeker ve onu kısaltmasını ister. Bu kez, genç der ki: -Bilmiyorum... Ve bilgeden cevabı kendisine söylemesini rica eder. Bilge, çizginin yanına daha uzun bir çizgi çeker ve der ki: -Şimdi kısaldı. Bu hikâye, Japon kültüründe gelişmenin, ilerlemenin yolunu gösteren sırlardan biridir; düşmanlığa ve diğer insanlarla boğuşmana hiç gerek yok, çünkü sen olgunlaşıp ilerlediğinde onlar kendiliğinden yenilgiye uğrar, geride kalırlar.
Kısaltmayı, azaltmayı hatta eksiltmeyi başka var oluşlar üzerinden değil kendi var oluşumuz üzerimizden algılayıp anlamlandırdığımızda noksan olma durumundan sıyrılmış olacağız. Kendi, kendimizi fethetmeyi ve asıl zaferin ne olduğunu öğrenmeliyiz.