Uçurtma… Gökyüzünde salınan, hafif gibi görünen ama aslında çok şey anlatan bir semboldür. İçinde özgürlüğü, dengeyi, rüzgârla uyumu ve en önemlisi: bırakma cesaretini barındırır. Bir düşünün... Uçurtma uçması için tutmamız gereken bir şey mi, yoksa bırakmamız gereken bir şey mi?
Hayat da böyle değil mi aslında? Bazen kontrol ettiklerimiz yükselmemizi engelliyor. Ve bazen bıraktıklarımız bizi gökyüzüne taşıyor.
Çoğumuz hayatı, kariyerimizi, ilişkilerimizi hatta duygularımızı ip gibi sıkı tutarak yönetmeye çalışıyoruz. “Ben bilirim”, “risk almayalım”, “kontrol elimde olsun” gibi cümlelerle güvenlik alanı yaratıyoruz. Fakat sorun şu: Bir uçurtmanın ipi çok sıkı tutulursa ne olur? Ya kopar ya da hiç yükselemez.
Hayatın her alanında bu gerçeklik var. Çok kontrollü planlar bazen spontane fırsatları kaçırmamıza neden olur. İlişkilerde fazla kontrol boğucu olabilir. Kariyerde hep güvende kalma isteği, bizi gelişimden alıkoyabilir. Ne mi gerekiyor? Rüzgârı hissetmek, değişime alan açmak gerekiyor.
Uçurtmayı havalandıran şey rüzgârdır. Bununla birlikte biz rüzgârı ne kadar tanıyoruz? Hayatın rüzgârı değişimdir. Kimi zaman kriz olur, kimi zaman yeni bir teklif, kimi zaman içsel bir kıpırtı... Fakat rüzgâr geldiğinde biz genellikle panikleriz. Çünkü değişim, kontrolü kaybetmek gibi gelir. Oysa uçurtma sabit bir düzlemde değil, dalgalanarak yükselir. Rüzgâr onun düşmanı değil, yol arkadaşıdır. Hayatta da aynı şekilde dalgalanmadan yükselmek mümkün değil. İnişler, yön değişiklikleri, savrulmalar... Hepsi o yüksekliğe ulaşmanın bir parçasıdır.
Bırakabilmek dediğimiz ipin ucunu salma cesareti göstermektir. Gerçek özgürlük, kontrolü kaybettiğimizde değil; bıraktığımızda başlar.
• Bir alışkanlığı bırakmak
• Bir ilişkiyi salmak
• Bir iş modelinden vazgeçmek
• Bir rolü terk etmek…
Hepsi ilk anda “düşmek” gibi görünse de aslında yükselmenin başka bir biçimidir. Bazen bir fikre o kadar sıkı tutunuruz ki yeni bir fikrin gelmesine yer kalmaz. Bazen bir planı öyle savunuruz ki o planın çoktan bize hizmet etmediğini görmeyiz. İşte uçurtma teorisi burada devreye girer: Bazen yükselmek için, ipin ucunu biraz gevşetmek gerekir.
Kariyer yolculuğumuzda çoğu zaman “kontrol” üzerine bir yapı kurarız.
• Terfiyi ne zaman alacağım?
• Bu alanda mı kalmalıyım?
• Güvencem var mı?
Fakat bazı gelişimler sadece alan açınca olur. Yeni bir sorumluluk almak, farklı bir sektöre geçmek, kendi işini kurmak… Bunların hiçbiri “garanti”yle gelmez. Bununla birlikte hepsi “yükseklik”le ödüllendirilir. Uçurtmanın göğe salındığı o ilk an gibidir kariyerde dönüşüm: Sallanırsın, savrulursun, korkarsın... Ve bıraktığında yükselirsin.
Kişisel gelişimde ise ipin ucu genellikle zihindedir. Korkular, geçmişe bağlılık, aşırı mükemmeliyetçilik, suçluluk duygusu… Tüm bunlar bizi yere çeken ağırlıklardır. İçsel özgürlük, bu ipleri fark etmek, çözmek ve bazen tamamen salmakla mümkündür. Bir karar alamıyorsak, belki de fazla tutuyoruzdur. Yeni bir yola giremiyorsak, belki de eski yolu bırakmaya cesaretimiz yoktur.
Uçurtma teorisi ile kendimize sorabileceğimiz sorular mevcut:
Hayatımda fazla kontrol etmeye çalıştığım alanlar hangileri?
Aslında bırakmam gereken fakat tutunduğum şey ne?
Hangi rüzgâra direniyorum?
Gevşetsem yükselebileceğim yer neresi?
Bu sorularla kendimize alan açabiliriz. Çünkü bırakmak, boşluk yaratır. Ve boşluk, yeni şeylerin doğduğu yerdir.
Hayat bazen ipi sağlam tutmak, bazen rüzgâra güvenmek, bazen de salmayı bilmektir. Uçurtma teorisi bize der ki: yükselmek için sadece direnç değil, teslimiyet de gerekir. Kontrol kadar güven, plan kadar sezgi, hedef kadar serbestlik de lazımdır. Ve biz… Bırakabildiğimiz kadar hafifler, hafiflediğimiz kadar yükseliriz.