Şıklık gösterişle başlamaz. Sessiz bir asaleti vardır. Tıpkı eski bir dost gibi: ne bağırır ne de susar. Varlığı yeter.
Oysa bugün sokakta yürürken gözüm kamaşıyor. Renkler bağırıyor, markalar çırpınıyor. Üzerimizdeki her şey “Beni fark et!” diye haykırıyor. O kadar çok istiyoruz ki beğenilmeyi, kim olduğumuzu unutuyoruz.
Moda taklit ister. Ama şıklık karakterdir. Taklit ettikçe silinir kimliğimiz. Şık olayım derken başkasına dönüşürüz. Başkasına döndükçe sıradanlaşırız. Ve sıradanlığın içinde bile fazla geliriz. Çünkü fazlalık da bir tür avamlıktır.
Şıklık sadeliktir. Bir kesim. Bir duruş. Fazla konuşmaz. Odaya girdiğinde herkes anlar ama kimse ne olduğunu tam olarak söyleyemez. Çünkü tarif edilemez.
Geçenlerde bir davette bir kadınla karşılaştım. Ayakkabıları taşlıydı, elbisesi pırıltılıydı. Çantasını bir gün önce bir ünlünün elinde görmüştüm. Her şey yerli yerindeydi ama bir şey eksikti: kendisi. Parladıkça siliniyordu. Ne göz göze gelebildik ne akılda kaldı. Unutulmak, avamlığın son halkasıdır.
Bir başka akşam, yaşlı bir adam girdi oturduğumuz mekana. Lacivert ceket. Düz beyaz gömlek. Bileğinde eski ama zarif bir saat. Kimseye bir şey anlatmıyordu ama herkes dönüp baktı. Sessizlik oldu. İşte şıklık, bazen sadece içeri girmekle bile olur.
Çünkü şıklık niyetle başlar. Amaç göstermek değil, hissettirmektir. Tıpkı iyi bir cümle gibi. Ne eksik, ne fazla. Olduğu gibi. Gerçek.
Geçen hafta bir davete hazırlanırken dolabımda ne varsa önüme döktüm. Etiketli elbiseler, podyumlardan düşen parçalar… Hepsi üzerimdeydi ama hiçbiri bana ait değildi. Aynadaki kadın iyi giyinmişti, evet. Ama ben değildim.
Sonra, yıllar önce bir bit pazarından bulduğum siyah blazer’ı çıkardım. Astarı yıpranmıştı, düğmeleri zamanla parlamış. İçine sade bir kemik rengi ipek bluz geçirdim. Ne bir logo vardı, ne bağıran bir kesim. Ama üzerimdeydi; hatta bendeydi.
Gecede fazla konuşmadım. Fazla gülmedim. Kimseye bir şey kanıtlamam gerekmiyordu. Ama çıkarken biri yaklaşıp fısıldadı:
“Gecenin en şık kadınıydınız.”
Teşekkür etmedim. Çünkü bazen, abartılmış teşekkürler de kıyafetler gibi sarkabiliyor.
O an anladım: Şıklık, göz alıcı olmak değil; gözde kalmaktır.
Kıyafet geçer, trend solar, etiket unutulur. Ama insanın taşıdığı duruş -eğer sahiciyse- bir bakışta yer eder, bir ömür hatırlanır.
Ve belki de en büyük incelik şuydu:
O gece üzerimdeki parça kimsenin ilgisini çekmedi. Ama ben kimseye benzemediğim için fark edildim.
Bazı kıyafetler güzeldir, bazıları modadır.
Ama sadece çok azı, seni sen yapar.
Ve işte gerçek şıklık da orada başlar:
Başkasına benzememeye cesaret ettiğin yerde.