Bazen en çıplak, en açık gerçek bile fark edilmez.
“Gerçeği herkesin gözü önüne koyun ki kimse görmesin” sözü ilk bakışta paradoksal gibi görünse de aslında çağımızın en çarpıcı toplumsal eleştirilerinden biridir.
Çünkü göz önünde olan, zamanla görünmezleşir.
Tıpkı her gün geçtiğimiz sokakta yer alan eski bir tabelayı artık fark etmeyişimiz gibi.
Bugün bu sözün ne kadar geçerli olduğunu görmek için uzaklara gitmeye gerek yok.
Sosyal medyada, televizyonlarda, gazetelerde her gün aynı gerçekler defalarca önümüze konuyor: İklim değişikliği, gelir adaletsizliği, kadın cinayetleri, çocuk istismarı, savaşlar...
Ancak bu gerçekler o kadar sık ve o kadar çok tekrarlanıyor ki, zihinlerimizde bir çeşit “görsel körlük” yaratıyor.
Mesela, plastik atıkların denizleri doldurduğu, binlerce canlının bundan etkilendiği artık neredeyse her belgeselde anlatılıyor.
Ama marketten bir şey alırken hâlâ düşünmeden plastik poşeti alıyoruz. Çünkü gerçek gözümüzün önünde, ama zihnimizin dışında.
Ya da her yıl kadın cinayetleriyle ilgili veriler açıklanıyor. Haberlerde rakamlar veriliyor, protestolar yapılıyor.
Ama bir süre sonra o rakamlar sadece istatistikten ibaret kalıyor.
Gerçek artık duygusal bağımızı kaybettiğimiz, sadece “duyduk ama etkilenmedik” dediğimiz bir bilgiye dönüşüyor.
Bu durum bana George Orwell’in "1984" romanındaki şu düşünceyi anımsatıyor: Gerçek öyle bir şekilde çarpıtılır ki insanlar ona bakar ama anlamını kaybeder. Belki de bu sözün özü burada yatıyor:
Gerçeği o kadar çok gösterin ki insanlar artık ona alışsın, düşünmesin, sorgulamasın.
Peki ne yapmalı?
Belki de çözüm, gerçeği yalnızca göstermek değil; ona yeniden bir bağ kurmayı sağlamakta yatıyor. Gerçeği duyguya, empatiye, hikâyeye dönüştürmedikçe sadece “bilgi” olarak kalıyor.
Oysa insanı harekete geçiren bilgi değil, hissedilen gerçektir.
Bu yüzden bazen gerçeği göstermek yetmez. Onu görmek isteyen gözlere, hissetmek isteyen kalplere de ihtiyaç vardır.
Kalemine, kelamını yüreğine sağlık ❤️
ÇOK GÜZEL BİR BAKIŞ AÇISI TEBRİK EDERİM