Geçen gün alışverişte yanıma bir teyze yaklaştı, gözlerini kıstı, başımı yana eğdi, sonra da “Kızım senin saçların gerçek mi?” diye sordu. O an, bir anda kendimi Marvel evreninde bir süper kahraman gibi hissettim. Adım da: Parıltı Kadın!
Şimdi dürüst olalım. Hangimiz banyodan sonra aynanın karşısına geçip “Şampuan reklamı mı çeksem ne yapsam?” demedik ki?
Ama işin komiği, bu ışıltılı saç meselesi öyle kolay olmuyor. Yani sanmayın ki sabah uyanıyorum, kuşlar saçlarımı örmüş, kelebekler fön çekmiş…
Yok öyle bir dünya! Saçlarımı bu hale getirmek için laboratuvar kıvamında bir banyoya giriyorum: keratin, argan yağı, ısırgan otu özü, unicorn tükürüğü…
Ne bulursam sürüyorum.
Geçen ay sadece saç ürünlerine verdiğim parayla küçük bir ülkeyi ekonomik krizden çıkarabilirdim. Ama ne yapayım? Saçlarım ışıldayınca özgüvenim de parlıyor. İşe geç kalmışım? Sorun değil. Çünkü saçlarım ışıldıyor.
Doktorum mesaj atmış, “Nerdesin poliklinik başladı çabuk” yazmış? (Bu arada Tıbbı Sekreterim)
O da beklesin. Saçlarımın ışıltısı, kelime işlem dosyası açtırır. Üst komşu yine sabahın köründe matkap mı çalıştırmış? Aman, ben saçlarımın yansımasında kaybolmuşum.
Tabii bu ışıldama yolculuğunun bazı yan etkileri de var. Mesela sokakta yürürken güneşin geliş açısıyla birleşen saçlarım, karşıdan gelenleri geçici kör ediyor olabilir. Bir keresinde yaşlı bir amca gözlerini ovuşturarak “Kızım bu ne biçim saç, güneş mi açtı ne?” dedi. Nezaketen “Biraz fazla bakım yaptım herhalde” dedim ama içimden “Ben de bilmiyorum amca, bu noktada saçlarımın kendi hayatı var” diyordum.
Ama ışıl ışıl saç demek, bazen büyük sorumluluk da demek. İnsanlar beklentiye giriyor. Her zaman parlak, şekilli, mis kokulu bir halde dolaşmamı bekliyorlar. Oysa bazen ben de sabah 6.30’da saçlarımı lastikle tutturup “Bugün olmadı, yarın daha parlak olurum” demek istiyorum. Ama işte, ışıldayan saçlar öyle bir lanet ki… Bir gün parlamazsan, hemen “Hasta mısın?” sorusu geliyor. Hayır abla, sadece saç kremim bitmiş!
İşin en trajik komedisi ise yağmur.
Evet, sevgili okur…
Işıl ışıl saçların doğal düşmanı. Ben ne zaman saçımı düzleştirsem, özenle parlatıp evden çıksam, yağmur başlıyor. Gökyüzü bile bu kadar güzelliğe kıskançlık ediyor galiba. Şemsiye desen yetmiyor. Saçlarım havayı koklayıp kendi kendine kabarıyor. Sanırsın meteorolojiyle özel anlaşması var.
Yine de her sabah saç düzleştiricimi fişe takarken, aynadaki yansıma bana bir şey fısıldıyor: “Parlamaya devam et.”
O yüzden buradan tüm ışıl ışıl saç sevdalılarına sesleniyorum: Vazgeçmeyin! Biliyorum, bazen saç maskesi akarken gözyaşınız da akıyor ama değiyor be…
O ışık bir tek saçta değil, ruhumuzda da var.
Parlıyoruz arkadaşlar. Göz kamaştırıyoruz. Biraz saç spreyi, biraz umut, biraz da saçlarımızı yanlışlıkla yakan o düzleştiriciyle…
Bu hayatta en azından bir yerimiz ışıldasın!