Geleceği tasavvur ederken herkes yanıldı, ilerlemeci anlayışa sahip bizler değil sadece. Filozoflar, şairler, ressamlar…Tarihe adını altın harflerle yazan nicelerinin geleceğin toz pembe dünyasıyla ilgili tahminleri boşa düştü. Kimisi sanatla yüceltilmiş bir dünya hayal etti, kimisi refah toplumu. Masum bir çocuk gibi teknolojinin sorunlarımızı çözeceğini düşünenler oldu. Bunların başını çeken Fütüristler makineyi ve hızı hayatımıza sokarak hayatımızın daha güzel olacağını düşündüler, bunu da yarattıkları akım doğrultusunda ürettikleri eserlere monte ettiler. Onlara göre hayattaki her şey hareketliydi, sanatçı da kendine bir hız bulmak ve eserini bu hıza uydurmak zorundaydı. Bu akımı benimseyen sanatçılar geçmişe ve durgun davranışa düşmandı. Özellikle şairler, içinde bulunulan zamanın ve geleceğin dinamizmine yönelip zaman zaman bu hareketliliğin sesini şiirleriyle duyurdular. Şiirlerinde makine ve çark sesleri çıkarmaya çalıştılar. Bizden, büyük bir şairimizden (Nazım Hikmet) örnek verelim, onun “Makineleşmek İstiyorum” şiirine bir bakalım: “trrrrum,/trrrrum,/trak tiki tak/makineleşmek istiyorum!/mutlak buna bir çare bulacağım/ve ben ancak bahtiyar olacağım/karnıma bir türbin oturtup/kuyruğuma çift uskuru(vida dişi) taktığım gün!/trrrrum/trrrrum/trak tiki tak!/makinalaşmak istiyorum!”
Fütürizmin etkisiyle yazdığı bu şiirindeki öngörülerin gerçekleşmeye başladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. İçinde yaşadığımız çağın çıkmazlarını görseydi aynı düşünceleri taşımazdı elbette. Ve tabi onun gibi tüm fütürist sanatçılar o çok arzuladıkları makineleşmenin (teknolojinin) ve hızın nelere mal olduğunu görebilselerdi ne düşünürlerdi acaba? İşin bir başka talihsiz boyutu da vakti zamanında bazı siyasilerin fütürizmi kendi siyasi propagandası için kullanmış olması. Gizem Kalfa ve Büşra İncirkuş Ulushan’ın makalelerinin özet kısmından bir alıntı yaparak durumu açıklığa kavuşturalım: “Türkçe anlamı gelecekçilik olan Fütürizm sanat akımının sanatçıları, önceki sanat akımlarından etkilenerek ve onların eksiklerinin farkındalığıyla bir sanat akımı yaratmıştır. Bu yeni sanat akımı gerek sanatçıları gerek sanat eserleriyle geleceğin düşünü ortaya koymuştur. Akımın manifestosunda gelecek düşünün, eskiyi tamamen yıkıp teknoloji ve sanayileşme ile gelen yeniliklerin sanatta yer alması gerektiği görüşü hakimdir. Kendinden önceki sanatlara karşı bir başkaldırı niteliğinde olduğundan siyasi aktörler tarafından da propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Bu kişilerin en ünlüsü faşizm sözcüsü Mussolini olmuştur.”
İnsanın “Neye niyet, neye kısmet…” diyesi geliyor. Kendinden önceki tüm akımları devirmek, özgürleşmek için tüm geçmişi ve öncesinde var olan sanat akımlarının hepsini reddetmek için doğ, sonra da git diktatörlerin elinde oyuncak ol. Geçmişte olanın tekerrürünü şu an yaşıyor olabilir miyiz? Zira teknolojiye tapan ve onu elinde tutan bir zır deli (Musk) gözümüzün içine baka baka bize Nazi selamı çekebiliyor. Sizce tüm bu olup bitenler bir tesadüf mü? Elbette değil. Allahtan distopyacılar var da biraz düşündürüyorlar bizi. Harbiden ufuk açıcılar. Gerçi onları da hem karşı tanık olarak hem de insanlığa layık gördükleri sistemleri kurmak için malzeme olarak kullanmaya başladılar. Genelde George Orwel’in 1984’ü, Aldous Hukxley’in “Cesur Yeni Dünya”sı ve Yevgeni Zamyatin’in “Biz”inden alıntılar yapılıyor. İlk ikisi daha çok bilindiğinden Zamyatin’in yapıtına bakalım, üstelik çok çarpıcı uyarılar taşır. Çünkü müellifi (yazarı) teknolojiyi çok yakından tanıyan bir gemi mühendisidir. Kitapta bahsi geçen Velinimet/İyiliksever’in egemenliğindeki Tek Devlet yaşamından örnekler verelim: “Biz milyonlar her sabah altı tekerlek şaşmazlığıyla aynı saatte, aynı dakikada yek vücut uyanırız.” “Artık isimlere ihtiyacımız yok, numaralarımız var, hepimiz büyük ve düzenli hatta mükemmel bir organizmanın parçalarıyız.” “Camdan duvarları olan apartmanlarda, tüm mobilya da camdan, birbirimizden gizlimiz saklımız yok!” “Objektif olan her şey kamera objektifidir.” “Evlilik demode oldu, ana babalık standartlarını karşılayanlar için çocuklar fabrikada uygun şekilde yetiştiriliyor.” “Tek bir milyon olarak aynı saatte çalışmaya başlar, tek bir milyon olarak aynı saatte işi bitiririz.”
Kitapta anlatılan sistemi inceleyelim biraz da: Herkes bir örnek üniforma giyer. İnsanların isimleri değil numaraları vardır. Belirli bir sistem içinde hareket eden robotlara benzemektedirler. İnsanlar birbirlerine o kadar benzerler ki birey olma özelliklerini yitirmişlerdir. Herkes herkesle eştir, farklılıklara müsamaha yoktur. Tek Devlet, varlığını sürdürebilmek için orijinalliğin anlamını bile değiştirip “görevini yerine getirmek” yapmıştır. Bize tanıdık gelen bir şeyler var mı? Uyarı için insanlığa hediye edilen distopyaların medeniyetimizi yıkmak için kullanılması ne acı. Anlayacağınız bizi bizim silahımızla vuruyorlar.
Sevgiler, saygılar…