Sudoku çok zevkli bir zihin alıştırması, hele de ülke ve dünya gündeminin çok can acıtıcı hal aldığı ve elimiz kolumuz bağlı izlemek zorunda kaldığımız şu günlerde düşüncemizin yara berelerine iyi bir merhem adayı. Klasik Sudoku, 3×3 alt matrislere bölünmüş 9×9 matristen oluşur ve birden dokuza kadar olan sayıları her sütun ve satırda birer kez kullanarak kutuların içine yerleştirmeniz gerekir. Amaç, eksik sayıları tekrar etmeden bu kutulara yazmaktır.
Tecrübesizseniz önce küçük kutucuklardan biriyle uğraşır, oradan çözmeye çalışırsınız. Büyük kutucuğun dikey ve yatay düzlemini kullanmayı daha sonra akıl etmeye başlarsınız. Ama önce dikey düzleme yapışırsınız. Biraz uğraştıkça da yatay düzlem yetişir imdadınıza. Jeton düşer ve asıl meselenin tüm düzlemlerde düşünebilmek olduğunu anlarsınız nihayetinde.
Böyle oyunlar hayattan koparılıp önümüze konulmuş bir parçadır. Hele de içinde biraz matematik barındırıyorsa. Samsun Ticaret Lisesi öğrencisiyken matematik dersleri için şöyle zavallı bir savunma mekanizması geliştirmiştim: “Matematik, özellikle de modern matematik, ne işimize yarayacak?” Bir sayının başka bir sayıyla ilgisini bulmanın hayattaki diğer alternatifleri görebilecek kadar zihnimizi esnettiğini ne bilelim? (Kolay gelene yapışıyoruz ergenlikte.) Matematiğin bu dinamiğini böyle oyunlar verebiliyor insana. En güzeli de tek başınıza da oynama şansınızın olması. O yüzden çantamda her zaman kitabımın yanında bir sudoku kitapçığı ve tangram taşırım. Ama kâğıt kalemi çok sevdiğim için sudoku benim yükselen yıldızımdır. Uzak ihtimalleri görebilme vaadi bana çok cazip geliyor. Üstelik iki şeyi çok net anlamamı sağladı: Bakış açımızı küçücük bir alana sıkıştırıyoruz ve en çok yukarıdan aşağı düşünüyoruz.
Maalesef sorunlarımızla baş etme şeklimiz de bu; yukarıdan aşağı, yani dikey olarak ilerlemek. Ekonomide, sanatta, bilimde, eğitimde... Yatay düşünmek hiç aklımıza gelmiyor. Gözümüzü yükseklere dikip aşağıdakilere yavaş yavaş indiriyoruz. Yatay bağlantılar bizi ırgalamıyor pek. Belki de dünyanın buna ihtiyacı vardır, yani zaman zaman yatay bir düzlemde de düşünebilmeye. Bu aklımıza hiç gelmez, alıştık çünkü tepeden aşağı inmeye. Şimdi de dünya önümüze hiç hayal dahi edemeyeceğimiz sorunları koyuyor. Asıl mesele onlarla baş ederken eski düşünme alışkanlıklarımızdan çıkamamak. Bu bambaşka bir dünya ve yarattığı yeni sorunlar için, biz de bambaşka ve yeni bakış açıları kullanmak zorundayız. Bizim dışımızda akıp giden kader bizi de sürüklemeden önce yeni ve işe yarar düşünce şekilleri yaratmak zorundayız.
Yapamıyoruz, yapılamayacağı için değil; bugüne kadar hep belli kalıplarda düşündüğümüz için. Hayat da sudoku değil ki silip yerine yeni bir sayı yazasınız, korkuyoruz haliyle. Hani derler ya “Bildik şeytan, bilinmedik meleğe yeğdir.” diye, alışmışız bir kere, dümenimizi başka düşünme şekillerine kıramıyoruz. Bize başka bakış açıları sunan insanlara hoş görüyle bakamıyoruz. Ve her birimiz diğerine kendi düşüncelerini dayatmaya çalışıyor. Bir sürü cepheye bölündük, herkes kendi köşesinde gürültü yapıp duruyor. Biz ve siz olduk. Bizler onları dinlemiyoruz, onlar da bizi dinlemiyorlar karşılık olarak. Peki bunca tantanaya ne gerek var? Hiç mi tahammülümüz kalmadı başka düşüncelere, başka çözüm yollarına? Her şeyin bu kadar hızla değiştiği bir çağda biz neleri kaçırıyoruz farklı yönlere bakamadığımız için?
Ve hayatın matematiğini elimizin tersiyle itip “Şöyle de olabilir.” diyebileceğimiz varsayımları azaltarak çıkış yollarımızı tıkıyoruz sadece. Başka düzlemlere dikkat kesilemediğimiz her an olayların birbiriyle bağlantılarını kaçırıyoruz. Eski bildik, işe yaramayan yöntemlerle “Bu sorun böyle çözülür.” diyoruz. Hem çözülmüyor hem de herkes sadece kendi aklını beğenince kaos toplumu haline geliyoruz. Başka düzlemlerde bakmalıyız hayata, şimdiye kadarkiler pek işimize yaramadı. Varsın bize “Bu ne saçmalıyor?” desinler.
Saygılar, sevgiler…
????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????