Epey yoğun bir şekilde insanlara baskın çıkma hevesiyle doluyuz. Hatta o kadar ki diğerlerinin söylediklerini dinlemeyi zaman kaybı olarak gördüğümüzden onların bize göstermeye çalıştıklarına kulaklarımızı tıkayıp gözlerimizi kapayacak kadar ısrarcıyız. Bazen öyle oluyor ki üzerimize gelen felaketler konusunda bizi uyaranları bile küçümsüyoruz. Kabak başımıza patlayınca da savunmamız hazır: “Basiretim bağlandı.” İnsan olma ve bir bilince sahip olma sorumluluğumuzdan bu şekilde sıyrılmaya çalışıyoruz. Karşımızdaki bütün riskleri göze alarak, aptal görünme pahasına bizi uyandırmaya çalışırken bile onu dinlemiyoruz. İnsanın elbette kendi fikri, kendi düşünceleri olacak ve kararlarını verirken de bunlar üzerinden işlem yürütebilecek. Bu istendik bir durum. Yoksa nasıl ilerleyebiliriz? Hür irademizle seçimler yapabilmeliyiz elbette. Peki irademiz sandığımız kadar hür mü?
Kararlarımızı verirken, bir konuda çözüm bulurken veya fikir üretirken hangi gerçeklerden yola çıkıyoruz? Yoksa tüm gerçeklere ve eldeki verilere sırtımızı dönerek “Ya şundadır ya bunda” mı diyoruz? Birçoğumuz geçmişten getirdiğimiz kalıpları aynen tekrar ediyoruz. Hep aynı yoldan işe gittiğimiz, hep aynı renk gömleği seçtiğimiz gibi. Kulağımızın dibinde bir tezahürat ekibi var, “ram papa pam, ram papa pam” tempo tutuyor bize. Biricik düşüncemiz sandığımız, çoğu zaman çevremizden duyduklarımızın içimize işlemesinden başka bir şey değil. Bu vaziyette olunca da felaketler etrafımızda bir bir patlamaya başlıyor. Yine kör gözlerle bakıyoruz gerçekliğe; çünkü zihnimiz savunmaya geçiyor, kararlarımızın ve seçimlerimizin sonuçlarıyla yüzleşmemek için ne kadar itiraz edebiliyorsak o kadar ediyoruz. Hele de hiç başka dünyalar görmediysek, kabuğumuzdan dışarı bir adım atmadıysak. Tüm alternatiflere şöyle göz ucuyla bile bakmadıysak…Allah yardımcımız olsun. Öyle fanatik hale geldik ki hep orada da kalmak için ayak diretiyoruz. Çoğunluk bu durumda olduğundan artık toplumsal bir sorun.
O kadar çok cepheye bölündük ki bizi tekrar bir araya ne getirir diye düşününce insan cevabı (büyük bir felaket) bildiği için ister istemez ürküyor. Birimizin söylediğini diğeri duymazdan geliyor. Hak kaybına uğrarken, elimizden sahip olduklarımız alınırken bile “Doğruluk payı olabilir mi?” diye şöyle bir düşünemiyoruz. Öfkemiz o kadar büyük ki aynı dalda oturduğumuzun bile ayırdında değiliz.
Herkes köşesinde, diğerine duyduğu nefreti öylesine içselleştirmiş ki çekilen tüm acılara gözlerini kapatmayı yeğliyor. Ne kimsenin kimseyi dinlemeye ne de anlamaya niyeti var. Durum tespitini en güzel İsmet Özel yapmış: “İnsanlar, hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır.” İnsanlık için tercihimiz bu minvalde, kendimizden başkasının acısı dolmuyor kulaklarımıza. Böyle değil sanıyoruz; lakin durum bu. Saygılı olduğumuzu sanıyoruz; ama değiliz. Diğeri olarak işaretlediklerimize, her türlü şeyi söyleyebilmeyi hak görüyoruz. Böyle saplantılı olmanın toplumu cephelere böldüğü aşikâr da kişisel olarak bu kadar tutkuyla bağlı olduğumuz şey ya bizi sonradan utandıracak cihetler taşıyorsa? Herkesin bir sırrı yok mu? Ya o ısrarla ve tutkuyla bağlı olduklarımızın üzerini örttüğü başka niyetleri varsa? Kimse bilemez. Bağlı olduklarımıza her seferinde “mükemmel, son derece haklı” diyebilir miyiz? Böyle her daim mükemmellik ve haklılık insana mahsus olabilir mi?
Israrcı olduğumuz noktalarda bir mayının üzerindeysek ve farkında değilsek…Üstelik tüm bakış açılarımızı kapatmış bu tutumumuz yüzünden başkalarının hayatları mahvolacaksa? Bence en kötüsü de bu. Birine karşı olalım, fikri sabitimizin içinden dışarı çıkmayalım derken ya yanlış taraftaysak ve bir şeylerin mahvına sebep oluyorsak? Kültürümüzde çocuklarımızı yetiştirirken en çok vurguladığımız düstur “Başkasına zararın dokunmasın,” dı. Ama bakıyorum bu ince fikirliliğimizin dışına çıkmaya başladık yavaş yavaş. Eğer öyle olmasaydı, birbirimizin acılarına, birbirimizin düşüncelerine biraz daha saygılı olurduk. Yapamıyoruz, yapamadıkça da birleştiğimiz bir nokta kalmadı ve bölünüyoruz. Bu hiç hayra alamet değil. Bir ulusun fikren bu kadar çok cepheye ayrılması ve bağımsız adacıklar gibi kalması mutlaka birilerinin işine gelecektir. Belki de o birileri tarafından dizayn ediliyordur duyduğumuz bu “ille de benim fikrim” sevgisi. Kendi düşüncemizin en iyisi olduğuna nereden ikna olduk? Bizden farklı düşüneni dinlemedikten sonra nasıl bilebiliriz ki?
Sevgiler, saygılar…