Sabah uyanıyoruz, henüz aynada yüzümüzü görmeden başka yüzler arıyoruz kendimize. Varlığımızı unutup başkalarının hayatlarına odaklanabilmek için can atıyoruz. Bundan daha da kötüsü atalet halinde oturup etrafımızdaki hayatın hareketlenmesini umarak tek ve biricik ömrümüz gözlerimizin önünden akıp geçerken başkalarının yarattığı akıntıya kapılmayı bekliyoruz. Allahtan zaman hırsızları elimize teknolojik oyuncaklar yerleştirdiler de “Bu televizyonda da hiç doğru dürüst program kalmadı.” diye sıkılmaktan kurtulduk.
Edilgenlikte öylesine zirveye ulaştık ki; eskiden kimdik, hangi limana ulaşmak istiyorduk, heyecanlarımız ve hayallerimiz var mıydı, unuttuk gitti. Ruhumuzu boşalttık ve bize bahşedilen zaman “can sıkıntısıyla tüketilmesi gereken bir süreç” haline geldi. Mutsuzluğa yuvarlandıkça yuvarlanıyoruz. Çoğu koşulun bizim aleyhimize çalışması bize iyice normal gelmeye başladı. Bazen yokluk yapışıyor yakamıza, bazen işsizlik, bazen çaresizlik, bazen de amansız bir hastalık. Çoğu üst üste geliyor; ama bizde en küçük bir kıpırtı bile yok. Acı üstüne acı derken, çareyi gözlerimizi kendimizden başka yerlere çevirmekte buluyoruz.
Bu da bizi sürüklemek isteyenlerin işine geliyor doğrusu. Tam da onların istediği tipte bir insan profili: “Kendinden kaçan, tüm vaatlere açık.” Vaatleri gözlerimizin önünde sallayarak bizi istedikleri yere rahatlıkla götürebilirler. Olmayana kolaylıkla ikna edebilirler. Çünkü ilerlemek istediği bir yolu, programı, hayalleri, planları olmayan insanları rahatlıkla kendi yollarına çekebilirler. Her türlü kötü niyetin doğrudan açık hedefi haline gelir insanoğlu böyle bir psikolojiyle. Dolandırıcılık olaylarının artma nedenlerinden biri bu olmasa da bu işi yapanların başarılı olmasında bizim vaatperver tavrımızın büyük payı var. Maalesef dolandırıcılar ve her tür sömürgenler, insanların zaaflarını yakalama konusunda psikoloji biliminden binlerce adım daha öndeler. İnsanları gözlemleme ve ortak toplumsal devinimlerini çözmede de sosyolojiden bir hayli ilerideler.
Benliğimizdeki bu açık kapıdan, sadece paramızı, malımızı dolandıranlar girmiyor. Çevremizde sırtımızdan geçinmek isteyenlerden tutun da ürünlerini satmak isteyen firmalara kadar herkesin kolay lokması olabiliyoruz. Çünkü dertlerle boğuşmak yerine tıpkı bir çocuk gibi başkalarına sığınmaya çalışıyoruz ve gözümüz hep dışarıda, başkalarında. İşimizi kolaylaştıracağını düşündüğümüz her şey ve herkes cazip geldiği an yakayı kaptırıyoruz. Kanımızı emmeye ant içenler, bize bir lütufta bulunuyormuş izlenimi vererek yaklaşıyorlar. Sihirli sözcükler: “Ben senin iyiliğini düşünüyorum.” Bizden çok kim bizim iyiliğimizi düşünebilir ki? Yeri geldiğinde babamızın oğlunun yapmayacağı iyilikleri yapacaklarını hissettirmeye çalışıyorlar. Oysa bir söz vardır “Bedava peynir, fare kapanında bulunur.” Kimse kimseye durup dururken lütufta bulunmaz. Belki yem olarak küçücük iyiliklerde bulunuyorlar. Ama karşılığında bizden neler alıyorlar bir bakmak lazım derim.
Dertlerle boğuşurken, bir seçim yaparken, önemli bir karar verirken önce kendi aklımıza ve sezgilerimize güvenmek zorundayız. İnsanların art niyetlerini bir kenara bırakalım, en azından olayın içinde olan ve bütün detaylara hâkim olan biziz. Ve bizim canım Nasrettin Hoca’nın hikayelerinden almadır: “El elin eşeğini türkü çağıra çağıra arar.” Özetle durum bundan ibarettir aslında. Ve bir kısır döngüdür her zaman başkalarının yardımına ihtiyaç duymak. İhtiyaç duyarsınız, cesaretiniz kaybolur; cesaretiniz kayboldukça daha da çok ihtiyaç duyarsınız. Gerçekte ise mekanizma tam tersine çalışır: Bir zorluğun içinden kendi irademizle ve gücümüzle çıktığımızda bir sonraki adımımızda daha fazla özgüvene sahip olur, kimselere ihtiyaç duymayız.
Bunu yapabilmek için de bir yerden başlamak zorundayız. Çocukluğumuzu hatırlayalım, nasıl da “Ben, ben yapıcam.” diye diretiyorduk. Kendi başımıza iş başarma sevincini yaşamak için ne kadar istekliydik. Hepimizde kök olarak var aslında. Sorunlarımızı bir başımıza çözebilme isteğini ve yeterliliğini daha küçücük bir çocukken gösterdiğimiz kadar gösterebilmeliyiz. Yoksa bizi kendi ideallerinin ve hedeflerinin yapı taşı olarak kullanacak insanların nesnesi haline geliriz. Tüm dünya işleri böyle işler, “yaslananlar” ve “yaslanılanlar”. Onurlu insanlar olarak başkalarının sırtından geçinmeyeceğimiz malum; ama insan varlığına ve desteğine ihtiyaç duyuyoruz diye neden sırtımızdan geçinmelerine izin verelim?
Sevgiler, saygılar…
Bizim sesimiz oldun hanımefendi teşekkürler yüreğine sağlık ????
Filiz hanım kızım harika yazılarınla bizi tekrar buluşturduğun için teşekkürler.????
Ellerine sağlık kızım güzel yazı yazmışsın tebrikler, iyi çalışmalar diliyorum.
Harikasınız ellerinize sağlık çok güzel bir çalışma olmuş kaleminize yüreğinize sağlık ????