Hiçbir uzvumuzdan vazgeçemeyiz. “Hangisi daha önemli?” diye sorsak herkes başka başka cevaplar verse de çoğumuz görmenin en önemli olduğunda hemfikir oluruz. Yine de görme duyumuzu adam akıllı kullanamayız. Daha çok bakarız; göremeyiz. Diğer duyularımız da nasibini alır kullanım hatasından. Kabaca dokunuruz, hiçbir çiçeği dalında koklayamayız, damağımız iyi tatlara aşina değildir ve en kötüsü de işimize geleni duyarız.
Bu sonuncu alışkanlığımız yüzünden de bölündüğümüz cephelerde, birbirimize uzak köşelerde kalırız hepimiz. Dünya görüşlerimiz çok farklı diye diğerinin acılarına, yokluklarına, inançlarına, duygu ve düşüncelerine sağır olmayı tercih ederiz. O kadar duymayız ki yok sayarız, hatta ölse haberimiz olmayacak kadar umursamayız. (Bunu daha ileri götürüp diğer türlü düşünenlerimizi ölsüne tutanlar da çıkabilir içimizden.)
Hoşuna gitmeyeni, işine gelmeyeni duymamak için herkesin herkesten köşe bucak kaçtığı yerde duyabilmek cidden önemlidir. Sadece bizden farklı düşünenleri değil; ezilenleri de duymak…Çünkü hayatın itip kaktığı birinin sesine kulak vermek aynı zamanda toplumsal bağları da örmek demektir. Dinlemek öyle bir bağdır ki acı çekenle acıya merhem olanı kenetler. Bunun farkında olduğum andan itibaren naçizane daha çok dinlemeye çalışıyorum insanları. Özellikle de çocukları ve gençleri. Öğretmenlik yaptığım yıllarda elime daha çok fırsat geçti. Meslek hayatım boyunca teneffüslerimin çoğunu (zorunlu ihtiyaçlarım dışında) sınıftan çıkmayıp öğrencilerimle kalarak geçirdim. Onları duymak, dertlerini dinleyebilmek için. En çok da sorunlu olduğunu düşündüğüm çocuklarıma karşı önyargılarımı bu şekilde kırdım ve onları daha yakından tanıyıp neye ihtiyaçları olduğunu bu sayede anlayabildim.
Aynı şeyin toplumumuz için de geçerli olduğunu emekli bir öğretmen olup zamanımın çoğunu toplumun içinde geçirmeye başlayınca kavrayabildim. Gördüm ki toplumumuz için yapılabilecek en iyi yatırım insanları dinlemek ve insanların birbirini dinlemesini sağlamak. Dinlemez ve anlamaz bir toplum olma yolunda hızla ilerliyoruz. Okey oynamak, realite programları izlemek, kahvede pişpirik çevirmek dahil her şeye zaman ve enerji buluyoruz da herhangi birini can kulağıyla dinlemeye bulamıyoruz. Bize yapılan her türlü haksızlığa, başımıza gelen yoksulluğa, tüm vurdumduymazlıklara (bilhassa gücü elinde tutanlar tarafından yapılanlara) sabrımız da zamanımız da var; ama farklı görüş beyan edenler için geçit yok zihnimizde. Daha dinlemeden onların haksız olduğuna hükmediyoruz, daha dinlemeden fikirlerinin yanlış olduğunu düşünebiliyoruz. Bir toplumu avucunun içine almak isteyenlerin en sevdiği ortam da bu işte: Düşüncelerini tartışamadan birbirine düşman kesilen insanlar…
Yapay zekâ bu süreci daha da hızlandırdı. “fake”(sahte) tabir edilen sosyal medya hesaplarıyla bazı yalan yanlış bilgileri öyle yayıyorlar ki aynı görüşte olanlar üzerinde düşünmeden paylaşıyorlar. O zaman çarşı pazar karışıyor. Ne yazık ki karşı görüşü mat etmek için yayılan bilginin doğruluğunu kontrol etme alışkanlığı çoğumuzda yok. Sosyal medya ağları zehirli bir örümcek gibi çoğumuzu bu tuzağa kolayca düşürüyor. Ve yaratılan suni tartışma ortamları neticesinde düşmanlık tohumları saçılıyor her yere. İster istemez gerçek hayata da sıçrıyor bu saçmalıklar ve başka insanlara olan sınırlarımızı daha bir kalınlaştırıyor. Uzak ve sevgisiz adacıklar halini almaya başlıyoruz ki bu çok tehlikeli.
Sadece birbirimizden uzaklaşmış olmakla kalmıyoruz, ulus olmanın gereklerini de yerine getiremiyoruz üstelik. Ulus olmak birlikte bir yaşam kurmayı gerektirir. Ulus olmak ekonomik yaşam, dil, tarih, ruhsal yapı ve kültürel özellikler bakımından ortaklık göstermemizi gerektirir. Ve böyle bir ortaklık da ancak birbirini dinleyen, anlayan ve seven insanlar arasında kurulabilir. Böyle bir bağ, böyle bir ortaklık olmayınca da ulustan çok sağda solda birikmiş insan kümelerinden başka bir şey olamayız.
Bahane bulmadan, farklılık gözetmeden, tahammülsüzlük etmeden birbirimize kulak vermenin tam zamanı.
Sevgiler, saygılar…
Teşekkürler