Bilginin en kestirme olanına göz dikmiş durumdayız. Birbirinden kopuk, hap bilgileri zihnimize doldurmaya gayret ediyoruz. Çoğu da kırk yama tekniği gibi birbirinden farklı alanlarda. Zihnimizi panayır yeri orkestralarının repertuarına çeviriyoruz ki birileri bir şey sorduğunda hemen ileri atılıp bildiğimizi gösterelim. Geçenlerde fizik konusundaki cehaletime bir son vereyim dedim. Kendi kendime ilerleyebileceğim bir kaynak araştırıyorum. Araştırmaz olaydım, ne kadar hap bilgi reklamı varsa önüme yığıldı. Kaynaklardan birinin adı resmen ona benzer bir şeydi. İddialarına göre iyi bölüm kazanan öğrencilerin özetlerini kitap haline getirmişler. Ben onların yalancısıyım, pazarlamasını bu şekilde yapıyorlar. Hatta dijital olarak da bayağı ucuza alabiliyormuşsun. Aklıma eski ders kitaplarının sadeliği geldi. Bu özet kaynakların yetersizliği, yüzeyselliği bir yana çiçekler, böcekler uçuşuyor satır kenarındaki bilgilerin üzerinde. İnsanın gözünü alıyor, dikkatini dağıtıyor. Tabii vazgeçtim. Büyük ihtimal bir sahafa girer, iyice inceler, dokunur, koklar, satır aralarına bakar öyle bulmaya çalışırım adam akıllı bir şeyler. Kaynakların çoğu böyle cafcaflı; ama içi boş olunca eskiye dönmekten başka yapılacak pek bir şey yok. Anahtarlık şeklinde olanları bile var. Pantolonunun kemer yerine takıyorsun, otobüste mi gidiyorsun; hemen çıkar ezberle.
Bütünsel bir zihne sahip olmayan, hiçbir şey üretemeyen ve hatta sorunlarını bile çözemeyen insanlar haline geldik. Bir alana ait derinliğine bilgileri içselleştiremediğimizden bilim ve sanat alanında bir şeyler üretmeye yetkin insan sayısı ne kadar azaldı. Zihniyet şu: Görüntüyü kurtaracak kadar bir şeyler öğrenmen yeterli. Yüksek ideallerden vazgeçtik, günlük hayatımızda işe yarayan basit sosyal yeteneklere dahi sahip değiliz. Mesela, bir topluluğun karşısına çıkıp hazırlıksız bir konuşma yapabilecek kadar birikime ve cesarete kaçımız sahibiz? Bir insanın donanımlı olup olmadığını tespit etmenin en kestirme yoludur, bayağı sınıfta kalan olur. Denemesi bedava, her konuda yeterli olduğunu düşündüğünüz birine birdenbire mikrofonu uzatın ve aklınıza gelen bir konuda kısa bir konuşma yapmasını rica edin. Ya kaçar gider ya da “ııııııı”larla dolu birkaç saçma şey söyleyip kürsüden iner. Giriş, gelişme ve sonuç hak getire. Bizde konuşma yapılacaksa birkaç ay önceden haber verilir, günlerce araştırma yapılır ve bir kâğıda satır satır yazılır. Sonra da o satır satır yazılanlar dinleyicinin yüzüne bile bakılmadan parmakla takip edilerek okunur. Çünkü hem birikimimiz yoktur hem de konuşma pratiğimiz. Sözcükler dilimizin ucuna gelir; ama bir türlü bir araya gelip anlamlı bir bütün oluşturamaz. Böyle bir sözcük ustalığı için derinliğine bir şeyler öğrenmek ve öğrendiklerini de kullanmak gerekir.
Okul, sadece mezun olunan bir yer olarak kaldıkça, kitaplar bizi sadece sınavlara hazırlayan bilgi yığını olarak görüldükçe bizler hep bu seviyede kalacağız. Okulları ve kitapları tekrar bilgi yuvası haline getirip herkesin önünü öğrenme için açmazsak bu temelsizlik bizi sarsar, depremden de önce yıkar geçer. Kitaplı ve derinliğine öğrenme odaklı hayatı yeniden canlandırmak ve bunu toplumun tüm sathına yaymak zorundayız. Hep geyiğini yapıyoruz ya eskinin ilkokul mezunu şimdinin üniversite mezunundan daha fazla şey biliyor diye. Yalan da sayılmaz; çünkü biz ve bizden önceki jenerasyon için kitap hayatın vazgeçilmez bir parçasıydı, gerekliydi. Millî Eğitim Bakanlığının bile bir yayınevi vardı. Türk ve Dünya klasiklerini sudan ucuza sunuyordu. “Mesnevi”yi ilk kez oradan alıp okumuştum. Ve tabii tüm Doğu ve Batı klasiklerini de… Böyle imkanlar yeniden canlandırılmalı. Mevcut gezici kütüphanelerimiz çok güzel çalışıyor, bunların sayısı daha da artırılmalı. İnsanımızın gözünün önüne bilgi dağlarını yığmalıyız ki öğrenmeyi değerli bulsun.
Her gün gözü birkaç satıra değen bir insanla değmeyen arasında dağlar kadar fark var. Hepimiz bunun sonuçlarını yaşıyoruz. Elbette ekonomi başta olmak üzere çok büyük sorunlarımız var. Ama asıl büyük sorunu görmezden geliyoruz. İnsanlarımız günlük hayatında sağlıklı iletişim kurabilecek kadar bile donanıma sahip değil artık; çünkü öğrenme, özellikle derinliğine öğrenme çabasından yoksun. Belki mutsuzluktan, belki umutsuzluktan, belki huzursuzluktan. Ama yok böyle bir çabamız. Bu çok tehlikeli. Zihinlerimizi sürekli gündemle meşgul edip çürütüyoruz. Oysa sorunların boyu aştığı yerde daha bilge olmak gerekir. Ve “Her şeyden yüzeysel olarak bileyim yeter,” kafasıyla birbirini anlamayan bir toplum olmaktan öteye bir yere gidilemez. Bilgi dağarcığımıza güzel kitaplardan, güzel sözcükler eklemezsek bir arada mutlu olmayı nasıl becereceğiz? Biraz zor.
Sevgiler, saygılar…