Duygularımız olmasa dünyaya uyum sağlayamazmışız, ben söylemiyorum, bilim insanlarının (Safran ve Greenberg 1991) “duyguların önemi” üzerine yazdıkları makalede özetle söylenen bu. Söylenmeyen ise duygularımızın bir kullanma kılavuzunun olmadığı. Hatta bir kataloğu bile yok ki hangi hissiyat içinde olduğumuzu anlayalım. Bunun için de farkına varamadığımız duygularımız yüzünden başımız büyük belaya girebiliyor, hayatın içinde yolumuzu kaybedebiliyoruz. Oysa daha çocukken aynadaki görüntümüzü tanıdığımız gibi duygularımızı da tanımak ve tanımlayabilmek zorundayız. Ama maalesef böyle bir eğitimden kendimiz geçmedik, çocuklarımızı da geçirmiyoruz. Havalı havalı konuştuklarına bakmayın, çoğu duygularını tanımıyor. İfade edemediklerini de olmadık zamanda patlayacak bir bomba gibi içlerinde taşıyorlar. Sonra da gelsin toplumsal kaos.
Duygu eğitimiyle ilgili herkes her şeyi söylüyor sağda solda. Ama çok mühim bir noktayı es geçiyorlar. Duygu eğitimi öyle akademik ders gibi verilmez, verseniz de pek bir işe yaramaz. Çocuklarımız duyguların yoğun olarak anlatıldığı sanatsal etkinliklerde keşfedebilirler kendilerinin ve diğer insanların haleti ruhiyelerini. Başta da kendi yaşadığı toplumun ürettiği, ulusal sanattan faydalanarak. Eskiden günlük hayatımızın bir parçasıydı, maalesef “hobi” sözcüğünün zihinlerimizde yarattığı tahrifat yüzünden yavaş yavaş yerine hiçbir estetik kazanç sağlamayan “televizyon izlemek, internette sörf yapmak” gibi mekanik faaliyetler konuldu. Çocuklarımızın, gençlerimizin içindeki duyguları aydınlatacak meşalenin ilk kıvılcımı olacak nice güzellikler rafa kaldırıldı: Türkülerimiz, atasözlerimiz, deyimlerimiz, halk oyunlarımız, bilmecelerimiz, gölge oyunumuz, halk tiyatrolarımız… O kadar çok ki say say bitmez ulusumuzun zenginliği. Değil köşe yazısı binlerce ciltlik bir ansiklopediye sığdıramayız çok şükür. Bunlarla karşı karşıya gelemeyen çocuklarımız bu kadar toz duman bir çağda kaybolmadan nasıl kendilerini bulabilecekler, nasıl duygularını tanıyıp duyarlı olabilecekler? Biz bu güzellikleri onlara aktarmadan gözlerimizi kapatıp gittiğimizde halleri nice olacak? En kötüsü de onların, duygularının ve ruhlarının ait olduğu yerden, öz kültüründen kopmaları.
Şahsen sanatın, özellikle de ulusal sanatın çok önemli olduğunu düşünen bir insan oldum her zaman. Bundan yaklaşık yedi yıl önce tanıdığım güzeller güzeli bir kız öğrencim bu düşüncemde hiç yanılmadığımı gösterdi bana: 2017’de İstanbul’da bir lisede görev yapıyorum. Büyük şehirde her kesimden öğrenciniz olabiliyor. Burada ismini zikretmeyeyim, bir Oset kökenli öğrencim vardı. Çok güzel bir kızcağız. Çalışkanlığı, tertipli oluşu ve zarafetiyle bizi büyüleyen bu çocuk her zaman elinde güzel kitaplar taşırdı. Ve çok güzel şiirler, denemeler, hikayeler yazardı; kendini çok iyi ifade ederdi.
Her cuma, son ders saatinde onların sınıfındayım. Normalde çok sakin bir genç kızımız; ama o gün, o saat, çıkış zili çalınca sınıftan çılgın gibi koşarak bir yerlere yetişme telaşıyla tabiri caizse fırlıyor. Durum aylarca devam etti. Sene sonuna doğru bir kitap fuarına öğrenci götürmeye karar verdik, kızımız otobüste benim yanıma düştü. Tatlı tatlı kitaplardan konuştuktan sonra neden cuma günleri öyle aceleyle çıktığını sordum. Bir masal gibi tüm hikâyeyi anlattı. Oset kökenli olduğunu ve Rus-Kafkas Savaşı’ndan sonra aile büyüklerinin Osetya’dan gemilerle sürgün edildiğini, sağ salim bize sığınanların o tarihten beri (1800’lü yıllar) kültürlerini ve sanatlarını kendi içlerinde yaşatmaya çalıştıklarını gözleri dolu dolu anlattı. Cuma günleri de ailenin büyük nineleri; gençleri toplayıp iyi insan olmaları, kültürlerini unutmamaları için Oset türküleri ve ağıtları ezberletiyorlarmış onlara. Geç kalıp saygısızlık etmemek için de aceleyle yetişmeye çalışıyormuş. “Kaç tane ezbere Oset türküsü biliyorsun?” diye sordum. “Ninelerimizin bildiklerinin hepsi.” diye yanıtladı. Üstelik sadece bu da değil. Atasözleri, deyimler, halk oyunları ve nice kültür birikimi…
Ve bana söylediği, yaşından umulmadık olgunluktaki bir söz hala kulaklarımda çınlar: “Öğretmenim, bir insanın kendisini anlayabilmesi için kendinden öncesini bilmesi ve anlaması gerekir.” Binlerce eğitimci ve bilim insanı kongreler düzenleyip aylarca tartışsa bu sonuca varırlar mı bilinmez. Bilinse de bilinmese de şu bir gerçek ki sanat ve özellikle ulusal sanat sadece toplumu bir arada tutmak için değil, duygularımızı tanımamız ve bireysel gelişimimiz için de çok önemlidir.
Sevgiler, saygılar…
????????????????????????????????????harika bir yazı kaleme almışsınız tebrikler