Dahi çocuklarla temas etme şansınız oldu mu bilmiyorum; benim oldu. On yıl önceydi. Edebiyat öğretmeniyim. Tayin istedim ve tayinimin çıktığı okul öğrenci mevcudu bir hayli fazla olan ve eğitim öğretimde iddialı okullardan biri. Sene başı seminerleri bitti; plan, program, zümre toplantıları gibi tüm hazırlıklarımızı tamamladık ve ders programlarımızı alıp döneme başladık.
Okul bana yabancı olduğundan bırakın kadroya ve öğrencilere alışmayı; çift kanatlı, dört katlı binaya bile adapte olamamışım henüz. İlk dersim müdür beyin “en özel” sınıf dediği çocuklarımaydı. Birinci ders; tanışma, 9. sınıf müfredatını tanıtma ve karşılıklı beklentilerimizi dile getirmeyle geçti. Çocuklar lise eğitimine ilk adım attıklarında edebiyat dersine karşı önyargılı olurlar genelde, doğal olarak bu yavrucakların da kazık yutmuş gibi ciddi duruşlarından belli oluyordu aynı psikolojide oldukları. İçlerinden biri “Öğretmenim faülü faülü” öğrenecek miyiz?” diye tedirginlikle sordu. Bunun ne olduğunu anlatacağımı ama “Hababam Sınıfı”ndaki gibi ezbere sormayacağımı söyleyince rahatlayıp gevşediler. O anda ağzımdan çıkan bir sözün veznini bulup ritimle anlatınca epey bir eğlendiler. Yedi tanesi hariç: Bir tanesi köşesine çekilmiş sürekli bir şeyler çiziyor, kalemi fırlatıp tutuyor ve büyü yapar gibi kendi kendine bir şeyler fısıldıyor. Bir tanesi canı isteyince ayağa kalkıp sınıfı tavaf ediyor. Bir tanesi dersi gözleri kapalı ve hafifçe sallanarak dinliyor. Neler neler…Yedisi de nevi şahsına münhasır. Bir başkalık seziyorum bu yedi çocukta; ama anlayamıyorum. Henüz rehberlik toplantısı yapılmadığı için de pek bir bilgim yok haklarında.
Ders kitaplarımız gelmediğinden, şiiri sevdirmekle başlamak istedim her şeye. Şiir yazdırdım, okutacağım. Yedi çocuğumun da (Bir önceki ders epey bir eğlendiğimizden olsa gerek.) bir şeyler karaladığını gördüm, sevindim. Sınıfın çoğu şiirlerini okumak için hevesle parmak kaldırıyor. Bir iki tanesine okuttuktan sonra canı istediğinde kalkıp sınıfı tavaf eden çocuğuma “Sen okumak ister misin?” dedim. “Ben bu şiiri kendim için yazdım, okumam.” dedi. “Peki, okuma; ama ben görmek isterim.” dedim. Keşke demez olaydım, çocuk hırsla defterini aldı, parça parça etti ve kapının önündeki çöpe attıktan sonra bir de ayağıyla çöpün içine iyice bastı. Allahtan zil çaldı, ikimizin de mahcubiyeti sona erdi.
Günlerce ne yapacağımı düşündüm, sonunda velisini arayıp onunla konuşmaya karar verdim. Annesinin telefonunu buldum ve arayıp “Buyurun gelin, bir çay içelim.” dedim. Kadıncağız hiç yadırgamadı, hatta memnun oldu. Geldi, çay içip sohbet ediyoruz. Meğerse çocuğumuz (Ahmet) ve diğer altı arkadaşının IQ’ları bayağı bir yüksekmiş sınıftan, yani dahi çocuklarmış. Kadıncağız “Ben çocuğuma yetemiyorum.” diye neredeyse ağlayacaktı. Merak etmemesini, mutlaka elbirliğiyle bunun üstesinden geleceğimizi söyleyip biraz içini rahatlattıktan sonra onu yolcu ettim. Zaten birkaç gün sonra da rehberlik toplantımız yapıldı, durum detaylarıyla aydınlandı. O sınıfa derse giren öğretmenlerle de ayrı bir bilgilendirme toplantısı yapıldı, böylelikle çocuklara yaklaşımımız konusunda ne yapacağımızı tam olarak anlamış olduk.
Doğru adımlar atılınca bu sıra dışı sınıf senenin sonunda tamamen birbirine kenetlendi. Kendilerinin yazdıkları bir oratoryo hazırladılar. Bir es bile vermeden seyirci önünde sergilediler. Bir tanesi yapay bir dil icat etti ve tüm sınıfa öğretti, kendi aralarında konuşmaya ve birlikte sözcük türetmeye başladılar. Bir bilgi şöleni düzenlediler ki sundukları konular akıllara ziyan: Kuantum dolanıklığından tutun da uzaydaki kara deliklere kadar…Bütün sınıf onları, onlar da sınıfı bağırlarına bastılar. Birlikte çok şey öğrendiler.
Onlarla bir yıl geçirdikten sonra tüm garip görünen insanlara başka gözlerle bakmaya başladım. Kim bilir kaç kişiyi “tuhaf” diye damgalayıp toplum dışına ittik? Kendi ailelerinin bile uzağına düşüp acı çeken kaç dahi yanımızdan yürüyerek geçiyor kim bilir? Değeri bilinmeden, “sakar, uyumsuz, beceriksiz, işe yaramaz, geri zekalı…” gibi binlerce hakaretvari etiketle dolaştırılıyorlar ortada. Ziyan oluyorlar. Belki bizler de onlardan biriyiz, toplum dışına itilmemek ve tuhaf görünmemek için birçok yeteneğimizi kaybettik veya bu yeteneklerimizden gönüllü olarak vazgeçtik. Düşünmek lazım.
Sevgiler, saygılar…
Filiz hanım iyiki varsınız beğenerek okuyoruz ve çevremize okutuyoruz selam ve saygılarımla
Ellerin dert görmesin kızım yazını severek okuyoruz.