Geleceğe kör gözlerle bakıyoruz, bugün yaşadıklarımızın bize yıllar sonra neler getireceğini veya bizden neler götüreceğini göremiyoruz. İster basiretimiz bağlandı diyelim ister gerçekçi değiliz diyelim. Hayal gücümüzü geleceğe kafa yormak için kullanamıyoruz. Bizim hayal gücümüz en iyi simülasyon aracıdır oysa, onun da yardımıyla atacağımız her adımın neye mal olacağını bilebiliriz. Bir sürü çekince yüzünden kullanmıyoruz bu özelliğimizi. (En başta komplocu ilan edilme korkusu…) Bizim bu boşluğumuzdan yararlananlar, teknoperestliğimiz yüzünden en kötü kabuslarımızdan birini bizleri her türlü kolaylığa alıştırarak gerçekleştirmeye başladılar. Karşı koymaya hazır bir kitlenin yokluğu sayesinde durumu açık açık dillendiriyorlar: “Mesleklerin insansızlaştırılması” Yani iş yerlerinde, kamu kuruluşlarında; özetle insanın hizmet verdiği her alanda işlerimizin çaktırmadan makinelere devredilmesi…İnsan hayatının riske gireceği alanlarda (radyasyon, petrol ve gaz üretimi, maden işleri v.b) makinelerin çalıştırılmasını kabul edebiliriz; ama insan sıcaklığının, ilgisinin, şefkatinin, merhametinin üzerine bina edilmiş tüm meslekleri tenekelerin eline nasıl terk edebiliriz? Binlerce yılın deneyimiyle oluşmuş meslekleri bir çırpıda silmek, insanlığın sahip olduğu bilgi ve kültür birikimini de siler. Bunu tereyağından kıl çeker gibi yapabileceklerini düşünüyorlar.
İnsanla insanın yüz üze olmasının yerine makine işleyişini koyabilir miyiz? Bizler işlerimizi yürütürken öyle olaylarla karşılaşırız ki insandan yana inisiyatifimizi kullanırız. Mesela öğretmeniz diyelim; sınıfa girdik, çocuğumuzun biri olağan dışı tavırlar sergileyerek tozu dumana katıyor. İnsan olduğumuz için teneffüste yanımıza çağırdığımız çocuğumuzun başına elimizi şefkatle koyar, derdini anlamaya çalışırız. Sezgilerimiz sayesinde büyük sorunları omuzladığını görürüz. Ya robot öğretmen ne yapardı? Ne yapacağını düşünmektense ne yapamayacağını düşünmekte fayda var. Canımızı emanet ettiğimiz etten, kemikten, şefkatten ve önseziden ibaret hekimlerimiz mesela…İncitmeden muayene edip hastasının bir can taşıdığının farkında olan bir insan hekime mi yoksa “dıt dıt dıt” diye bizi tarayarak geçen teneke hekime mi güvenebiliriz? “Mesleklerin insansızlaştırılması” insanın yavaş yavaş sahneden çekilmesi demek olmuyor mu? Bir de konuyu nüfus artışı paralelinde değerlendirince daha bir korkunç hal alıyor durum. Dünya nüfusu artıyor, bu artışa karşın insanların iş alanları robotlara veriliyor. Bunca insan ortada işsiz güçsüz mu dolaşacak? Yoksa birçok teorisyenin tartıştığı Malthusçuluk, kehanetini mi gerçekleştiriyor? İnsanlığın sonu böyle mi olacak? Bu arkadaşın ortaya attığı ve zamanında çok eleştirilen bu teoriyi kısaca özetleyelim: “Bu teoriye göre nüfus geometrik olarak artarken nüfusu besleyen kaynaklar da aritmetik olarak artar. Bu dengesizlik sonucu gıda maddeleri yetersiz kalacağı için zamanla kıtlık, savaşlar, salgın hastalıklar gibi doğal ve toplumsal felaketler baş gösterir, nüfus dengelenir. Bir süre sonra insan nüfusunun büyük bir kısmının yok olması kaçınılmaz olur.” Bu teoriye bir de mesleklerin insansızlaştırılmasını ekleyelim, asıl amaç nedir burada? Sizlerin çok değerli yorumlarına bırakıyorum.
İnsanla makinenin karşı karşıya olmasının vahşeti de işin başka boyutu. O çok masum gördüğümüz ve her yerde gezen dronlar örneğin. Güvenli olduğunu düşündüğümüzden pek bir hoşumuza gidiyor. Hepimizin her yerde uçurası var. Yaşadığım bir olay: Sahilde oturuyoruz, vatandaşın biri dron uçuruyor. Zaman zaman da ağzımızın içine kadar giriyor neredeyse. Uyardık, “Lütfen bizi görüntülemeyin,” diye. Üstelik belli bir büyüklüğün üzerinde olan dronları uçurmak için izin almak gerekiyor, bu beyefendi koskoca dron için almamış. Bunu hatırlatınca da “Neden görüntülenmekten korkuyorsunuz, kimden kaçıyorsunuz?” demez mi? Neyse ki birkaç kişi bizi destekledi de olay büyümeden arkadaş dronunu topladı. Bense o gün bugün düşünür oldum, bu dron işinin insanların güvenliğini sarsacak derecede ne kadar ileri götürülebileceğini. Ta ki İsrail’in Filistin’de kullandığı keskin nişancı dron haberlerini okuyana kadar. Teknoloji harikası dediğimiz her şeyin çıkış noktası savunma sanayii. Tabii bir kısmını da insanlığın kullanımına vererek zararsız görüntüsü yaratmak istiyorlar. Yani sus payı olarak ağzımıza bir parmak bal çalınıyor ve bunca tehlikeyi görmemiz engelleniyor. Mesela şu anda Amerikan ordusunun daha önce test ettiği küçük silahlarla donatılmış robot köpeklerini birçok alanda kullandığı gayet iyi biliniyor. Çeşit çeşitler…Antidron olanlar, harekete ve ısıya duyarlı olanlar, duvar ötesini görebilenler…Ortak noktaları ise insanoğlunun onlar karşısında hiçbir şansa sahip olmaması. Bizlerse “Sokaklarımızda artık robot köpekler dolaşıyor,” diye seviniyoruz.
Geleceğin teknolojik dünyasına romantik gözlerle değil de zaman zaman böyle gerçekleri sorgulayarak bakmak gerekir. Bunca savaşın, yıkımın, işgalin olduğu bir dünyada, tüm bu teknolojileri pazarlayanların iyi niyetli, melaike olduğunu düşünme yanılgısı içinde olmak ve insanlarımıza da bunu düşündürecek kadar kontrolsüz bir biçimde bu teknolojilerin esiri haline getirmeye kimsenin hakkı yok. Teknolojik okur yazarlıktan ziyade teknolojik uyanıklığa sahip olmalıyız.
Sevgiler, saygılar…