Toplum olarak kötücül insanlar olma yolunda ilerliyoruz. Henüz on yedi yaşındaki çocukların bıçaklayarak adam öldürdüğünü öğreniyoruz. Bir eğitimci olarak sadece şaşırmıyorum, dehşete kapılıyorum. Bakıyorum, bunlar çıbanın uç noktası sadece. Kötülük, sokaklarımızda kol geziyor. Sadece insan katlederek, Büyük suçlar işleyerek değil. Bizzat toplumumuzun damarlarına kadar sirayet etmiş. Bu duruma alışanların tümü kötülüğün bir parçası. Herkes kendini iyi sanıyor; ama çoğumuz bu kadar iyiysek işleri nasıl düzeltemiyoruz? Tıpkı sinsi bir çığın yavaş yavaş ilerleyişi gibi geliyor üzerimize. Bu engebeli dünyada orman misali birbirimize omuz vermediğimizden tüm değerlerimiz kar altında kalacak yakında.
Bize masum gelen minicik şeylerle başlıyor yıkım. Bazen paçayı kurtarmak için kolaylıkla yalana sığınabiliyoruz. İşlediğimiz küçük kabahatleri başkasına isnat etmekte bir beis görmüyoruz. Sırf hava atabilmek için olmayanı varmış gibi anlatıyoruz. Böyle böyle alışıyoruz, sonrası sapanla fırlatılan taş gibi…Bunların bolca olduğu bir toplumda işi zirveye taşıyanlar da çıkıyor. Can alırken “Laf attı!” gibi bir bahaneye sığınabiliyor. Gözümüze çok uzak görünüyor; ama bize oldukça yakın, ayak bastığımız her yerde. Uç uca eklenen minik kötülüklerin büyük faciaların ham maddesi olabileceğini kestiremediğimiz için sıradan geliyor. Dedikodu, iftira, başkasını adam yerine koymama, diğerlerini maddi çıkar olarak görme, hak gözetmeme, adaletli olmama ve hatta itibar suikastı…
Bunlardan biriyle karşılaşmayanımız var mı? Uzunca listeleyebilir, milyonlarcasını sayabiliriz. Hızla eriyen güzelliklerin karşısında kötücül yaklaşımlar iyice arttı. Bakışlarımız başka yere çevrildiği için göremiyoruz. Üst üste yığılan kötülüklerin altında kişiliklerimiz eziliyor, insani özelliklerimizden uzaklaşıyoruz. Gerçek pandemi bu aslında, kötülükle karşılaşan biri diğerine içindeki karanlığı bulaştırıyor. Hep beraber zombiye dönüşmemiz yakındır. Bunca öfkeye, bunca taşkınlığa, bunca caniliğe katkımız büyük. Yapmamız gerekeni yapmadığımızda, atmamız gereken adımı atmadığımızda, durdurmamız gerekeni zamanında durdurmadığımızda bizler de iştirak etmiş oluyoruz tüm suçlara. İp iyice dolaştı, düğüm halini aldı. Teslim olduk, kimse bir şey yapmıyor, sadece konuşuyor. Kollektif çabamız yahut çabasızlığımız meyvelerini vermeye başladı: Eli bıçaklı cani çocuklar… İlköğretim altıncı, yedinci sınıf öğrencilerinden oluşan kız çeteleri kuruluyor, akran zorbalığıyla başlıyorlar, işleri ilerletip civardaki evlerin camlarına taş atıp kırıyorlar. Taş atıp camını kırdıkları evlerde oturanlar bacak kadar çocuklardan korkup “Ne yapıyorsunuz yavrum siz?” diye azarlayamıyor bile. Hadi bunu yapmadınız, emniyet güçlerine haber verip durdurun. Neymiş efendim çocuklar onlara takarmış, daha büyük kötülük yaparlarmış. Camlarını taktırıp bunu her yerde dile getirmeyi yeğliyorlar. Eskilerin bir tabiri vardı: “Herkes kendi evinin önünü süpürse her yer tertemiz olur.” İşte onu yapmayı bıraktık.
Kabullenilmiş çaresizlik mi yaşıyoruz, o kısmını çözemedim henüz. Kişiselden toplumsala doğru yayıldıkça yayılıyor her türlü habis. Konuşmak, kendini göstermek ve hatta her şeri iyiymiş gibi allayıp pullayabilmek için konuşmak…Diğerlerinin sebep olduğu kötülüğü durdurmak şöyle dursun kendi yaptıklarımızı bile vicdan süzgecinden geçiremiyoruz. Herkes yaptığının doğru olduğunu düşünüyor ve diğerlerini kendi edimlerinin doğruluğuna inandırmaya çalışıyor. Üstelik de çok konuşanların sözcük dağarcıkları o kadar kısıtlı ki neredeyse elli altmış sözcükle gemilerini yüzdürmeye çalışıyorlar. Başka topraklarda yaşasalar bu halleriyle alay konusu olurlar. Ama bizler gayet güzel dinliyoruz, hem de keyifle. Sadece iyi niyet olamaz diye düşünüyorum. Körlerle sağırlar birbirini ağırlar meselesi galiba. Biz onlara ses çıkarmıyoruz ki onlar da bize ses çıkarmasınlar mantığı yani. “Hepimiz sahtekâr olduğumuz için birbirimize tahammül ediyoruz.” diyor Emil Michel Cioran “Çürümenin Kitabı”nda. O yüzden izleyici koltuğumuza gömülmüşüz, parmağımızı kıpırdatmaya gerek görmüyoruz. İçimizde bu tohumlar olduğu için belki de normal geliyor. Gök yere inmiş, yer göğe çıkmış. Kökleri çürümeye başladı medeniyetimizin, canım toplumumuzun. Umursamayanların umursayanlara açtığı savaş halini aldı hayat. Biri diğerine baskın gelecek sonuçta. Durum hiç iyiliğin lehine olmayacak gibi görünüyor.
Bu üzerine ölü toprağı serpilmişlik halimizin bedelini çok ağır ödeyeceğiz. Sanki yokmuş gibi farz ediyoruz şimdilik. Hiçbir toplum bağrındaki habis urları temizlemeden sağlıklı kalamaz. Taşıdığımız tüm suç potansiyelini sosyolojik bir bakış açısıyla değerlendirmeli, suçun toplum içinde yaygınlaşmasını ve normalleşmesini önlemeliyiz. Birey olarak hepimiz katılmalıyız bu çabaya. Bir işaret beklemekten vazgeçmeliyiz. Başımıza ne geliyorsa birilerinin önümüze çıkıp bizi yönlendirmesini umut etmekten geliyor. Bundan önceki dönemlerde işe yaramış olabilir; ama artık yatay düzlemde ve bireysel olarak bir şeyler yapmak daha etkili. Bizi kafeslemek için üretilen sosyal medyayı bu amaç için kullanmaya başlayabiliriz pek ala.
Sevgiler, saygılar…