Son günlerin en önemli gündem maddelerinden birinin “İklim Kanunu” olması gerekiyor. Ama ne yazık ki dünyaya şekil verecek en önemli anlaşmalardan biri olmasına ve küresel güçlerin “Yeni Dünya Düzeni” dedikleri esaret düzeninin taşlarını böyle anlaşmalarla ördüğünün bilinmesine rağmen henüz ülke gündemimizde bu konu gerektiği kadar yer bulamıyor. Getireceği felaketi anlayabilmek için madde madde okuyup satır aralarına saklanan gerçekleri mercekle incelemenize gerek yok. Bu kanunu bize nimet diye sunanların reklamlar kısmında, basitleştirerek yayımladıkları özetlere bakınca pembeye boyadıkları sözcüklerin altından neler çıkabileceğini az çok tahmin edebiliyorsunuz. Küreselciler, iklim değişikliğine bir kurtuluş reçetesi olarak sundukları iklim anlaşmasını nasıl tanımlıyorlar bir bakalım: “Paris İklim Anlaşması 2 santigrat derecenin altında tutarak küresel ısınmanın tehlikeli düzeylere ulaşmasını engellemeyi ve iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini azaltmayı ve sürdürülebilir kalkınmayı güvence altına almayı hedefleyen somut adımlardan oluşur.” Buraya kadar çok tehlikeli görünmüyor. Getireceği kısıtlamalar ve kontrol için söylediklerinin satır aralarına iyice bakılmalı. Hele de bir ülkenin başka eller tarafından denetlenmesi söz konusuysa. İşte bu kontrolün sevimli hale getirildiği bölümün özeti de şu: “Paris iklim sözleşmesi karbon emisyonlarının sınırlandırılması, temiz enerji kaynaklarının yaygınlaştırılması ve iklim değişikliğine uyumu destekleyen projeler için finansman mekanizmalarının oluşturulması gibi konularda yol gösterir. Aynı zamanda iklim değişikliğine uyum, kapasite geliştirme, teknoloji transferi ve finansal destek gibi başlıklarda ülkelerin alması gereken aksiyonları belirler.”
“Karbon emisyonlarının sınırlandırılması”, “ülkelerin alması gereken aksiyonları belirlemesi” hiç hayra alamet değil. Bizi kim, neye göre sınırlandıracak, kimin çıkarı için nelerimizi belirleyecek? Anlaşmanın tüm detayları ve tüm maddeleri internette var, herkes rahatlıkla bakabilir. Hazır bu maddelere bakmışken bu konuda uyarı yapan, tabiri caizse saçını başını yolan nice insanın söylediklerine de bakmakta fayda var. Banu Avar, Erkan Türükten, Hamza Yardımcıoğlu, Murat Akan, Ali Osman Önder, Ahmet Serhat Arvas gibi. Burada adını anamadığım daha niceleri bunca gürültünün içinde seslerini duyurmaya çalışıp ülkemizin bu bataklığa girmesine engel olmaya gayret ediyorlar. Farklı açılardan hayata bakan insanlarımız, ülkemizin geleceği konusunda nihayet birleştiler. Bu işin sağında solunda olmayı pek umursamadan bu yasanın meclisten geçmemesi gerektiği konusunda fikir birliği içindeler. Bir vekilimiz de (Kocaeli Milletvekili Mehmet Aşıla) şu konuşmasıyla durumu mecliste dillendirdi: “İklim ne kanunla düzelebilir ne de değiştirilebilir. Dünya yörüngesinden çıkmadığı sürece iklimi değiştiremezsiniz. Meteorolojik olaylar dalgalanma gösterebilir, bu iklim değişikliği değildir. Gerçekten iklim değişmişse, yeryüzünde yaşam sona ermiş demektir. Karbon ayak izi, sıfır karbon, insanlığı; ama öncelikle Türkiye’yi bitirme projesidir. İnsanın yüzde on yedisi karbondur, sıfır karbon sıfır insan demektir. İklim Kanunu Türk Milletine fakirleşme, mülksüzleşme, yıkım getirir. İklim kanunu küresel şeytanlara teslimiyettir. TBMM’ye asla gelmemelidir. Ülkemizin ve milletimizin geleceğini küresel emperyalizmin kölelik politikalarına kurban etmeyelim diyor, teşekkür ediyorum.” Bu konuşmayı da internette bulabilirsiniz. Burada adını zikredemediğimiz, bu minvalde çalışmaları olan farklı partilerden bir sürü vekilimiz daha var. Geleceğimiz söz konusu olduğunda iki ayrı kutup da olsa insanlarımız nasıl da hem fikir olabiliyor.
Banu Avar’ın da bu konudaki uyarıları kulak asmaya değer. Sosyal medya platformlarından birinde şu uyarıyı yaptı 2 Nisan tarihinde: “Yasayla sadece sanayi sektörleri değil; şehirler, tarım, hayvancılık doğrudan elitlerin çıkarları doğrultusunda şekillenecek! Dünyayı çöpe ve zehre boğan uluslararası şirketler işlerine devam ederken Türkiye’ye sıfır karbon politikasını dayatacaklar ve enerji kaynaklarımıza, tarımımıza, hayvancılığımıza nokta koyacaklar! Bu yasa zaten yeterince kırılgan hale getirilmiş tarım ve hayvancılığımızın tümüyle küresel gıda tekellerine devredilmesi demektir. Bu uluslararası tekellerin izni olmadan tek bir keçi, koyun, inek besleyemeyeceğiz. Maydanoz yetiştirirken bile izin almak zorunda kalacağız demektir! Küresel elitin et olmayan yapay et, yapay protein gibi ürünlerine pazar olacağız demektir. Gıda güvenliğimizin tamamen yok olması demektir! Benzinin kotalanması ve elektrikli araç dayatmasıyla vatandaşların tümünün hareket kabiliyetinin sınırlandırılması kaosa sürüklenmesi demektir!”
Son söze şunları da ekleyelim: ABD bu anlaşmaya önce imza koydu, Trump iş başına gelince anlaşmadan tekrar çekildi. Dönen dolap nedir? Neden çekildiler ve onların çekildiği bir anlaşmaya biz neden girelim? Hangi görüşte olursak olalım hiçbirimiz zikredilen felaketleri yaşamak istemeyeceğimiz için aynı şemsiyenin altında toplanmak ve tepkimizi ortaya koymak zorundayız.
Sevgiler, saygılar…