Hayatınızın bir değeri olsun istiyor musunuz? Kim istemez ki? Bu dünyaya bedenimiz kadar bir boşluk doldurmaya gelmediğimize göre, bir yerlerde birilerinin rahat nefes aldığını sağladığımızı yahut bir yaraya merhem olduğumuzu bilmek isteriz elbette. Ama daha önemlisi de var: Varlığımızla baştan ayağa ilham olabilmek. Eşine dostuna, kardeşine, akrabana, komşuna, meslektaşına veya öğrencine… “O yapmış, ben de yapabilirim.” dedirtebilmek. Bu kadar zor bir dünyada “Bak, bunu başarabilmiş biri var işte.” diye parmakların sana uzanması.
Takdir edersiniz ki televizyonun, sosyal medyanın başında pinekleyerek yahut güzel kıyafetler giyip malum restoran ya da kafeterya zincirlerinde poz vererek olmuyor bu. Epey bir ter ve gözyaşı dökmek zorundasınız.
Kişisel gelişim alanından sıyrılıp eğitim alanına bakacak olursak şöyle bir tespit yapmamız mümkündür elbette: “İnsanlar gördüklerine daha çok inanır.” Onlara tatlı sözlerle hedeflerine giden yolda başarılı olacaklarını muştulayın ya da tam tersine onları paylayın sonuç aynıdır neredeyse. Söylediklerinizle yaptıklarınız kesişmiyorsa biraz zor ciddiye alınırsınız. Tavsiye vermeye girişmeden önce şuna bakın: Neyi başardınız? Tutarlı olmak işin ilk kuralıdır, ancak bir şeylerin hakkından gelebildiyseniz etkili olabilirsiniz. O vakit pervane misali insanların size doğru kanatlandığını görürsünüz. Yapamadığınız, başaramadığınız işlerin türkülerini söyleyip duruyorsanız insanlar nezaketinden katlanırlar verdiğiniz önerilere.
Görevimizi hakkıyla yerine getirmeden, dünyadaki yanlışlıklardan birini düzeltmeden veya düzeltilmesine yardım etmeden, çalışma gücümüzü toplumumuza adayarak kullanmadan mı birilerinin önüne düşme hakkını kendimizde bulacağız? Her köşede, her yerde vaatler havada uçuşuyor sadece. İnsanlar vaatlere patlayıncaya kadar doydular, görmüyor muyuz? Böyle çalımların hiçbiri işe yaramayacak. İşe yarayacak tek şey yeteneklerini gayretiyle birleştirip birilerinin rahatlamasını sağlayan, hizmette sınır tanımayan örnek insanların sayısını artırabilmek. Ama hasret kaldık böyle insanlara.
Bakıyoruz, ortada devasa sorunlar var, o alanda top koşturanların çoğunun derdi o sorunları alaşağı etmek değil de işin başına geçmek. İş yapamayacak ne kadar insan varsa hepsi ortalara dökülmüş, konuşuyor. Herkes işin başına geçmeye namzet, herkes başı çekmek istiyor. Yahut bir koltuğa zahmetsizce yerleşmek derdinde. Amaç bir paye edinmek veya yer kapmak olunca da her kafadan bir ses çıkıyor. Toplum dinamikleri de artık işlemez hale geliyor.
Bütün işler yarım, insanlar milyonlarca cepheye bölünmüş. Herkes köşesinde bıdı bıdı reklamını yapıp duruyor. “Şu sorun böyle çözülür kardeşim, bakın böyle bir fikrim var.” diyen yok. Birilerini yönlendirmek şöyle dursun işe namzetler yüzünden bütün sorunlarımız üst üste yığılıyor. Hangi alanda olursa olsun hedef ille de mevki, ille de koltuk olunca görevine sadık ve hizmete aşık insanlarımız canlarından bezdiler. Çünkü bütün yük görev bilinci yüksek insanların üzerine yığılıyor. Onlar çırpına çırpına bir şeyleri değiştirmeye çalışırken bir yandan da bu papağanvarilerin önlerine yığdıkları engellerle uğraşıyorlar. Konuşanlar ve işe yarayanlar aynı kişiler olmayınca bizler de olan biteni hayretle izliyoruz. Birilerine güvenebilmek, artlarından gitmek istiyoruz. Umutlarımızı un ufak ettiler, kime ve neye inanacağımızı şaşırdık hepimiz.
Bu dünyanın artık ilham veren insanlara ihtiyacı var. En iyisi mi öyle olmaya kendimizden başlayalım. En çok da itiraz hakkımızı kullanmak için. İlham veren insanları bekleye bekleye yorulduk. Mustafa Kemal Atatürk’ün en sevdiğim sözlerinden biridir: “Şayet bir gün, çaresiz kalırsanız, bir kurtarıcı beklemeyin. Kurtarıcı kendiniz olun!” değil mi ama? Hem de hemen!
Sevgiler, saygılar…