Yollardayım yine bu aralar ve yanından hızla geçtiğim binalar gözümü acıtıyor. Samsun da dahil ülkemizin neresine giderseniz gidin üst üste ve çirkin bir yapılaşma insanın ruhunu karartıyor. Bir karavancı olarak gözlere ziyan bu manzaradan uzak köşelere kaçabildiğimden biraz daha şanslıyım. Tabiat ananın o yumuşacık estetiğine sığınıp gözlerimi ve ruhumu temizleyebiliyorum zaman zaman. İnsan başka türlü kendine gelemiyor; malum büyük şehirlerde medeniyetin geldiği son nokta cam, metal ve beton yığını. Mimarisi allanıp pullanıp reklam edilen sitelerin yapım tekniği bu üç malzemenin özensizce üst üste fırlatılmasından başka bir şey değil.
Doğayla baş başayken ayaklarınız toprağa değdiğinde, göğe yüzünüzü kaldırabildiğinizde anlıyorsunuz, şehir hayatı dediğiniz şey sadece estetik yoksunluk değil, kutucukların içine hapsolmak. Karmaşanın ortasında birbirine geçmiş hayatlar bizimkisi. Buna da şehir hayatı diyoruz ve onu yücelttikçe yüceltiyoruz. Dolaplarımızdaki eşyalarımız bile bizim kadar tıkış tepiş değil. Eşyalarımıza gösterdiğimiz özeni kendimize gösteremiyoruz. Onları katlıyoruz veya siliyoruz, dolaplarındaki yerlerine yerleştiriyoruz. Aynı şeyi hayatlarımızı emanet ettiğimiz şehir için neden akıl edemiyoruz acaba? Yoksa sihirbaz hileleri kadar hızlı bir hayatın içinde medeniyet yoksunu olduğumuz gerçeğini gözlerimizden kaçıran birileri mi var? Bu acele neden?
İlkel dediğimiz kültürler yok edilmeseydi belki de onlar cevaplardı bu soruları. Af edersiniz, şu an hatırladım, böyle bir kitap var, çok severim: “Göğü Delen Adam”. Samoa Adası’nda bir köyün şefi olan Tuiavii’nin 1920’li yıllarda gittiği Avrupa gezisinden döndüğünde, kendi halkını modern insanlara karşı uyarmak için anlattıklarından oluşan kitap Ericih Scheurmann tarafından kaleme alınmış.
Modern hayatla ileri yaşında karşılaşan şefimiz; modern hayatın kurbanlarını çok güzel bir sözcükle ifade etmiş: Papalagi. Bu sözcük Samoa dilinde “Göğü Delen Adam” demekmiş. Samoa’ya ilk gelen beyaz adamlar bir yelkenliyle uçsuz bucaksız denizden süzülerek karaya çıkmışlar. Yerliler bu yelkenliyi uzaktan bir delik olarak görüp beyaz adamın da bu delikten çıktığını düşündükleri için beyaz adama “göğü delen adam” yani onların dilindeki sözcükle “Papalagi” demişler.
Modern hayatın ilkel olarak kabul ettiği bu bilge adama göre caddeler derin yarıklar, binalar da üst üste konulmuş sandıklardır. Ve şöyle der: “Her aile bu taş sandığın belli bir bölümünü kendine ayırmıştır. Bir aile diğerlerinin ne yaptığını bilmez. Sanki onları yalnızca taş duvarlar değil, birçok ada ve deniz ayırıyormuş gibi. Giriş deliğinde (Kapı kastediliyor.) karşılaştıklarında ya isteksizce selamlaşırlar ya da düşman böcekler gibi mırıldanırlar. Gören de bir arada yaşamak zorunda kaldıkları için hiddetlendiklerini sanır.”
İnsanı gülümsetiyor değil mi? Daha acı eleştiriler de var ve bence son noktasına kadar haklı: “Ağaçtan, gökyüzünün mavisinden, temiz havadan, bulutlardan yoksun, kapkara kum ve dumanla kaplı yerlerde yaşayan kent insanlar; toprağı ekip biçen, hayvanları otlatan güzel ve sağlıklı insanları elleri kaba, örtüleri (kıyafetleri) kirli olduğu için hor görür. Toprak insanları da kente gittiğinde tüm ihtişamdan gözleri kamaşmış bir şekilde, yaptıkları işin meyve toplamaktan daha değerli olduğunu hissettiren kent insanlarının yerinde olmak için can atar.”
Ve modern insanın zaaflarını ortalara döken güzel tespitlerde bulunur: “Beyaz adamın gerçek Tanrısı paradır. Para uğruna mutluluğunu, vicdanını, onurunu, gülüşünü, sevincini, sağlığını, eşini, çocuklarını bile feda etmeye hazırdır. Onun için her türlü acımasızlığı yapar. Yalan söyler, dolandırır, soyar, insanların aklını çeler, hatta öldürür. Paraları üst üste yığıldıkça gözlerinde hırs ve zevk parıltıları oluşur. ‘Bu kadar çok parayı ne yapacaksın?’ diye sorduğunuzda verdiği cevap sadece ‘Daha çok istiyorum.’ olur. Paranın onu nasıl hasta ettiğini, bütün duygularını ele geçirdiğini göremez.”
Kitapta çağdaş medeniyet dediğimiz acımasızlığı epey bir yerdikten sonra önümüze bir de ayna koymuş Tuivaii: “Hilekâr Papalagi her şeye ‘benim’ der. Bitmeyen bir benim-senin kavgası içindedir. Herkesi ‘benim’i olan ve olmayan olarak ayırır.” Kendi halkını da Papalagilerin tatlı ve hileli sözlerine kanmamaları konusunda uyarır.
Modern hayat adı altında yarattığımız tüm çirkinliklere, mutsuzluklara, yıkımlara ve katliamlara bakınca insan düşünmeden edemiyor: “Biz mi medeniyiz onlar mı?” Ya da tersinden düşünürsek “Onlar mı ilkel yoksa bizler mi?”
Sevgiler, saygılar…