Bizim toplumumuzda yaşıyorsanız ve bir işe soyunmaya kalktıysanız, zirveye ulaşmadan kimsenin sizi taktir etmesini beklemeyin. Herkes sizi limana vardığınızda takdir eder ve “Aferin!” der. Bunu yapamadıysanız ne kimse düşlerinize saygı duyar ne de sizi adam yerine koyar. Hele daha önce sapılmamış bir yola girme niyetindeyseniz vay halinize! Hiç ummadığınız insanlar sizi engellemek için birbiriyle yarışır.
Maalesef en büyük engellerimiz en sevdiklerimizdir çoğu zaman. Hiçbir şey yapamıyorlarsa konuşarak durdururlar bizi, olmadı mahalle baskısı kurarlar. Çünkü çoğu yapmamıştır, yapamamıştır. Hiç kızmıyorum, onlar da bir önceki kuşak tarafından aşılmaz duvarlarla çevrilmiştir ve bu duvarların ardına çıkamadıkları için sizin de çıkmamanızın daha uygun olduğunu düşünürler. Zira silsile bu şekilde kırılırsa onların hayatı da boşuna yaşanmış olacaktır. Belki de iyi niyetlidirler, o duvarların ardında eyleyeceklerinizle başınızı belaya sokacağınızı düşünüyorlardır. Bu yüzden bilmedikleri veya anlayamadıkları hayatlara gitmemeniz için ellerinden geleni yaparlar. Israrcı olmak istiyorsanız farkında olmanız gereken bir nokta var: “non persona grata” yani istenmeyen kişi olmayı göze almak zorundasınız. Öyle güzel bir sistem kurmuşlar ki bu engelciler…En büyük silahları da öğüt vermek. Bununla yıldıramazsalar itibar suikastı için hemen dedikodu mekanizmasını devreye sokarlar. Ne diyeyim, acınası bir durum. İdeallerine koşmak için çabalayanları durdurmak umuduyla orada burada kötücül sohbetlerin içinde kendi hayatlarını heba ediyorlar. Bizden geçti; sayısı zaten bir hayli azalan aklı başında, ülkesine hizmet için gecesini gündüzüne katmaya çabalayan gençlerimize yapmasalar artık. Bazen eski öğrencilerimle bir araya gelince dertleşiyoruz. İş dönüp dolaşıp “Ne olacak bu toplumun hali?” konusuna geliyor. Ne olacağını bilemiyorum, müneccim değilim; ama ne olamayacağını biliyorum. Sürekli konuşan ve bunu da birilerini tüketmek için yapan büyük bir kitle karşısında bir avuç azınlık çırpınıp durduğu için hiçbir konuda ilerleme gösteremeyeceğimiz kesin. Yapanlar alay konusu olup köşeye sıkışacak ve vazgeçecek, yapamayıp sadece konuşup görüntüyü kurtaranlar baş tacı edilecek. Saygıdeğer milletimiz ne yazık ki iki gruba ayrılmış durumda: Yapanlar ve konuşanlar...Aklıma “Şehrin Azizleri” filminin o güzel repliği geliyor:
“Burası bir gerçek ki, bu dünyada iki tür insan var. Birisi konuşan tür, diğeri de yapan tür. İnsanların çoğu konuşur, tek yaptıkları budur. Ama sözün bittiği noktada dünyayı değiştirenler yapanlardır. Yaparken bizi de değiştirirler. Bu yüzden onları asla unutmayız. Siz hangisisiniz? Sadece konuşuyor musunuz, yoksa yerinizden kalkıp bir şeyler yapıyor musunuz? Çünkü inanın bana geri kalan ne varsa kahve dedikodusundan başka bir şey değildir.”
Ne güzel tespit etmiş, yapan ve yapmayan arasındaki en önemli farkı. Sadece dedikodu… Yapan olmak zaten başlı başına büyük bir cesaret gerektiriyor. Onları durdurmak için ellerinden geleni ardına koymayanlar yüzünden potansiyel taşıyan binlercesi yolundan dönüyor. “Aman sen de, yapan elbet bulunur.” diye düşünebiliriz. Türlü imkansızlıklarla dolu bir yolda ilerlemeye çalışırken bir de böyle engellenince biraz zor bulunur kardeşim. Hele de iş dedikodu çarkına takılmaya gelince. Konuşup duranlar gemisini yüzdürürken ne güzel insanlar ne güzel hayallerinden vazgeçiyorlar. Karşılaştığım bir örnek: Bir genç kızımız yıllarca çalışıp didinip üniversiteyi kazandı. Hayalleri boyunu aştı. Bir yandan yabancı dil öğrenmeye çalışıyor, diğer yandan yazı konusunda kendisini geliştirmek için bir sürü hocasının kapısını aşındırıyor. İster istemez üniversitedeki hocalarının dikkatini çekti ve onu yurt dışında bir proje için seçtiler. Ailesinin maddi durumu da gayet iyi; ama kızımıza biçtikleri hayat o olmadığı için göndermiyorlar. Kızcağız ailesinden destek alamayınca omuzlandığı yükün üzerine bir de çalışma hayatını eklemek zorunda kaldı. Bu sefer de çevresi baskı yapmaya başladı. Sözüm ona onun iyiliğini düşünüyorlar. “Çok yoruluyormuş.” Üstelik “Kız çocuğunun kendini bu kadar harap etmesine de gerek yokmuş.” İster istemez olaya müdahil olmak zorunda kaldım, önünü kapatmamaları gerektiğini anlatmaya çalıştım. Bu konuşanlar yok mu, meğer babanın tüm derdi tasası buymuş, yani “El alem ne der?” korkusu. Önce el alem ile ilgili bir nutuk, sonra da kızlarına bu desteği sağlamazlarsa onlara her zaman kırgın olacağı konusunda bir nutuk çektim. Baba pek ikna olmadı; anne her türlü desteği sağlayacağını söyledi de kızcağızın önü kapanmamış oldu. Yine de içim pek rahat değil; çünkü biliyorum ki onun gibi binlercesi yolundan döndürülüyor. Nice hayatlar heba olup gidiyor. Ne diyeyim darısı onların başına.
Sevgiler, saygılar…