Samsun’da ulusal bir şiir etkinliğinde kürsüye çıkan şair bir arkadaşımız “Sizden çok rahatsızım, hepinizden…” diye söze başlamış ve gerekçelerinin de yer aldığı çok uzun bir konuşma yapmıştı. O zamanlar bir topluluğun karşısında açık açık böyle şeyler söylemesini çok yadırgamıştım. “Bir insan bu noktaya nasıl gelebilir?” diye uzun uzun düşünmüştüm. Aradan çok uzun zaman geçti. Hayat, yanıtsız her soruyu bir yaşantı olarak karşımıza çıkartıyor demek ki…Son günlerde kendimi sık sık onunla aynı psikoloji içinde buluyorum. Çok rahatsızım; ortamdan, insanlardan, haberlerden, müzik diye çınlayan anlamsız tamtamlardan ve teknoloji diye etrafımıza kurulan bubi tuzaklarından. O kadar rahatsızım ki uykularım kaçıyor. Eskiden anlayış gösterebildiğim şeylere şimdi gösteremiyorum. Acaba diyorum, kafamız mı eskiyor zamanla yoksa doyma noktasına mı ulaştık? Son sürat ve bizim aleyhimize değişimlerin çok sinir bozucu olduğu aşikâr. Bizi bir makinenin dişlisi haline getirdiler. Bir grup insanın gözünde tüm değerimiz bundan ibaret, buna da çok huylanıyorum. Sakin kalamıyorum, kalmamızı istemiyor birileri. Ne kadar çok huzursuz olursak bize bu huzursuzluğu layık görenlerin ekmeğine o kadar çok yağ sürülüyor. Su kaydırağındaki gibi uçarcasına bir şeyin içine çekiliyoruz. Durumuz durağımız yok ki dinginleşip üzerinde biraz düşünelim.
Yine de içimizdeki sesi tam öldürememişler ki bunca gürültünün içinde, derinlerde bir yerde bütün gerçekliği sezinliyoruz. Tüm insanların aynı durumda olduğunu görebiliyorum. Ruhumuzu yıprattılar iyice. Herkes psikolojisini düzeltmek için bir kaçış noktası arıyor. Bunlardan biri de nostaljiye sığınma. Son dönemlerde eskiye özlem hiç olmadığı kadar popüler oldu. Eski Türk filmleri, diziler, anneannelerimizin sandığa kaldırdığı kıyafetler, makyaj ve saç biçimleri…Yeter ki içinde eskiye dair biraz insan sıcaklığı olsun. Ne yapalım, bizi iyice makineleştirdiler. Neredeyse metal gıcırtısı çıkartacağız. Bu yüzden eskiye ait şeylerle avunuyoruz. Sadece duygu olarak değil atmosfer olarak da…Dönem kıyafetlerinden tutun da kullanılan dil ve zarafete kadar her şeyi ister istemez canımız çekiyor ve onlara özeniyoruz. Çünkü çok acınası durumdayız, insanlığımızı milim milim elimizden alıyorlar. Eskiye yapışıp kalmanın iyi bir psikolojik hal olmadığının farkındayız; ama çok mutsuzuz. Önümüzü göremiyoruz, geleceğin bize ne getireceğini hesap edemiyoruz.
Birkaç gün önce bir eczaneye girdim, kalfayla biraz çene çalalım dedik. Genç bir arkadaş. Küçük çocukları olduğu için eşi çalışmıyormuş. Evde en büyük eğlencesi ise eski Türk dizileriymiş. Seyrettiği bölümleri (Özellikle de “Bizimkiler” i) defalarca izliyormuş. “Neden?” diye sorunca “Ne yapsın eski güzel günlerde yaşayarak rahatlıyor,” diye yanıtladı. Düşünün, belki de o günlerde ya çok küçük bir çocuk ya da bebekti. İş artık bu noktaya kadar geldi demek. Eskiyi yaşasın yaşamasın, herkes dünyanın aynı yer olmadığının farkında; sadece adını koyamıyoruz. Ultra zenginlerin başka dünyalar aramak için yatırım yapmasına gerek yok. Gezegenimizi çoktan bambaşka bir dünya haline getirdiler. O kadar gürültü patırtı çıkartıp gündemin ayarlarıyla her sabah oynamalarının sebebi de bu büyük ihtimal. İnsanları korkutmak, yıldırmak, sindirmek, hepimizi etkisiz hale getirmek. Duyarlılığını kaybetmiş, göremeyen, farkında olamayan, kontrolünün kendinde olmadığını düşünen bir insanlık yaratmak…Her yerde bir tantana, umarsızlık, seviyesizlik…Mutsuz rahatsız olalım ki daha çok sığınalım onların oyuncaklarına.
Epey bir seçenek sundular bizlere. Resmen bizi kelepçeli hale getirdiler. Cep telefonlarına ek olarak akıllı saatler çıkardılar, büyük bir mutlulukla bileğimize takıyoruz. Bir de onları çocuklarımıza hediye ediyoruz; malum herkeste var, bizimkiler mahrum mu kalsın? Zorla çip takmalarına gerek yok, adımlarımızı, nabzımızı bile ölçen o esaret kelepçelerini yavrularımızın kan akışının en önemli noktasına geçiriveriyoruz. Şahsen artık çok endişeleniyorum, sadece bunu bize yaptıranlardan değil, çevremdeki teknoperestlerden de her sabah uyandığımızda güncellenen ve birden değişen dünyadan da. Bir kâbusun içindeyiz, birbirimizi uyandıramıyoruz. Bir hafta önce bir dergide bir fotoğraf gördüm, tüylerim diken diken oldu. En büyüğü dört, en fazla beş yaşında; dört tane yavrunun gözüne sanal gerçeklik gözlüğü takmışlar, mutluluk içinde kollarını yukarı kaldırmış hepsi. Bir tanesinin kolunda da akıllı saat var. Yakında “Çocuklarınızı pirize takın,” demezler umarım. İnsan kümes hayvanlarına bile acırken insan yavrularını böyle görünce kahroluyor.
Rahatsızım, bizi dönüştürmeye çalıştıkları şeyden. Rahatsızım, insanlığın bugüne kadar biriktirdiği kültürel değerlerin sabun köpüğü gibi dijitale aktarılmasından. Rahatsızım, kafesinden kaçmak üzere olan (belki de çoktan kaçmış olan) yapay zekaya kurtarıcı gözüyle bakılmasından. Rahatsızım, teknolojinin insandan daha akıllı hale getirilirken, insanın IQ seviyesinin teknolojik oyuncaklarla sürekli düşürülmesinden. Çok rahatsızım…
Sevgiler, saygılar…