Tanıdığım ve beni sevdiğini düşündüğüm biri başarı müjdemi paylaştığımda gözleri ışıl ışıl dinleyemiyorsa (halihazırda ciddi bir sorunu yokken) eski muhabbetimle bakamıyorum ona. Önceleri yanılma payı olur diye çekiniyordum. Tecrübe ede ede asla yanılma payının olmadığını öğrendim. İlk hissettiğinizi aklınızda tutmanız yeterli. Çünkü zihin yanıltıcıdır, hisler yanılmaz. İlk kararı ruhunuz verir. O yüzden sınavlara giren öğrencilere hep ilk düşündüğünüz seçeneği işaretleyin demezler mi? Bakmasını bilince karşınızdakinin ne düşündüğünü bilemeseniz de hislerini ilk hamlede duyumsayabiliyorsunuz.
Bazı şeyler saklanamıyor. Söylenen sözlerin, ardınızdan yapılan dedikoduların izleri gözlerine çöküyor insanların. Hakkınızda onca olumsuz şeyi söyledikten veya söyleyenleri dinledikten sonra sizin başarınız onların yanıldığını gösterdiğinden siz mutluluğunuzu anlattıkça onlar yüzlerindeki aydınlığı kaybediyorlar. Kızmamak gerekir, işin raconu bu; haklı çıkmak için “Yapacağım!” dediğinizi yapamadığınızı görmek zorundalar. Yoksa var olduklarını bilemezler, kendilerini değerli hissedemezler. Hatta sırf şunu söyleyebilmek için katlanamazlar sizin tırmandığınızı görmeye: “Bak, ben söylemiştim, nasıl da yapamadı.” Onlar da böyle var oluyorlar, yıkıcı sohbetlerle ruhlarının kurumuş köklerine can suyu veriyorlar. Elimizde kalan tek şey içsel güçlerimiz, onlara güvenip gerisini boş vermek zorundayız. Ha, bir de öyleleriyle kim olursa olsun (insanlık bizde kalsın, kırıp incitmeden) aramıza bir mesafe koymayı da ihmal etmemeliyiz.
Uzak kalmak zorundayız; çünkü üretmedikleri gibi bizleri de tüketiyorlar. Umutlarımızı, insanlığa olan inancımızı ve yarınlarımızı. Belki de bu dünyada en çok hislerimize, sezgilerimize ve duyularımıza güvenebiliriz. Duyularımız derken, bildiğimiz anlamda duyularımızdan söz etmiyorum. Çünkü insanoğlunun beş duyusu olduğu fason bilgi. Öyle duyularımız var ki bizi hayatta tuttuğu gibi kötü niyetleri manyetik bir boyutta algılayabiliyor. Bunun sayısını gruplara ayırarak otuz üçe kadar çıkaranlar var. Kimyasal duyu (tat, koku veya kan şekeri gibi içsel algılar), mekanik duyu (dokunma ve duyma), ışık duyusu (görme), elektro-algılama veya manyetik duyu gibi. Bir tanesini örneklendirelim. Mekanik duyular, insanlarda dokunma, basınç, sıcaklık ve ağrı gibi duyular olarak nitelendirilir. Alıştığımız düşünce şeklinden ve bize bugüne kadar öğretilenlerden ne kadar da farklı değil mi? Otuz üç duyumuzun olması. Birbirinden farklı birçok kaynakta birbirinden farklı iddialar ortaya atılıyor. Zannediyorum ki ya alıştırılmaya çalışıyoruz yahut gizlenen gerçekler şoka girmeyelim diye yavaş yavaş önümüze konuluyor. Bunca yetenek ve donanım sahibi olduğumuzdan haberdar olmamız birilerinin işine gelmiyor da olabilir. Belki de mahcup olmamak için biraz biraz sadede geliyorlar.
İnsan olarak içimizde hangi potansiyellere sahip olduğumuzu bilmiyoruz; ama farkında olmanın elbet bir yolu var. Öncelikle bir şeylerin üzerini “komplo teorisi” diye kapatmaya çalışanların çığlıklarına bir müddet kulaklarımızı kapatıp gösterilenden farklı yöne gözlerimizi çevirmemiz gerekiyor. Bir de bize sunulan bilgilerin satır aralarını takip etmek çok iyi bir alışkanlık. En büyük yalanlar bile birtakım gerçeklerden yola çıkmak zorunda. Gözümüzün önünden çekilmek istenenleri bize anlatılanların içinden çıkarıp bulabiliriz. İddiayı örneklendirelim ve ilginç bir konu seçelim, artık iyiden iyiye gizemli bir konu olan epifiz beziyle ilgili yazılıp çizilenler arasından bir şeyler bulmaya çalışalım. Sıradan bir bilimsel makale açalım. (İnternette binlercesine ulaşabilirsiniz.) Efendim önce genellikle hormonlarla ve vücut ritmiyle ilgili bilgileri sıralarlar. Sonra epifiz bezini olumsuz etkileyen faktörleri madde madde aktarırlar. Düzgün çalışmamasından kaynaklanan sorunları anlatırlar. Epifiz bezinin düzgün çalışması için verdikleri tavsiyelere gelince yakayı ele verirler. Epifiz bezine ezoterik anlamlar yüklenmesinden şikayetçi olan bilim adamları epifiz bezinin onarılması için şu önerilerde bulunurlar: “Birçok kaynakta üçüncü göz çakrası olarak da bilinen epifiz bezini açmak için meditasyon ve görselleştirme yapmak, farkındalığı geliştirmek, sağlıklı bir yaşam tarzı belirlemek ve yaratıcı faaliyetlere katılmak faydalı olabilir. Üçüncü gözün açılmasının bazı işlevlere hizmet ettiği de söylenebilir. İç huzuru bulma, yaratıcılığın artması, bilinçaltıyla bağlantı kurma, sezgilerin güçlenmesi, kişisel farkındalığın gelişmesi, duygusal dengeyi sağlama, hayal gücünün gelişmesi, net kararlar verebilme ve problem çözme yeteneklerinin gelişmesi bu işlevler arasında yer alabilir.”
İçimizde adını henüz koyamadığımız, koysak bile kocakarı safsatası diye yaftalanacağı için dillendiremediğimiz büyük güçler taşıyoruz. Bunlardan haberdar olmamızı istemeyenlerin amacının ne olduğunu bilmiyoruz, bilemeyiz de. Biz kendi işimize bakmalıyız. Hayatta yolumuzu bulmak istiyorsak genel olarak adını “sezgi” olarak koyduğumuz güçlerimizi tanıyıp onları iyi kullanmak zorundayız. Böylece kimin kim olduğunu bilir, kötü olduğumuzda yürekleri ferahlayanları ayırt edebiliriz. Yakınımıza öyle insanlar sokmadığımız için de kimsecikler yıkamaz bizi. Yeter ki gözlerimizi onların istediği yere değil içimize çevirelim.
Sevgiler, saygılar…