Ekonomik sorunlarımız boyumuzu aştı, herkes yaşamını sürdürebilmek için bir şeyler yapmaya gayret ediyor. Büyük bir çoğunluğumuz çocuklarımızı yarınlara ulaştırabilmenin tasasını taşıyor. Bunca sorun içinde gözden kaçırdığımız daha büyük bir sorunumuz var: İletişim; daha doğrusu toplumun tüm sathına yayılmış durumda olan iletişimsizlik, birbirinden kopukluk hali. Birbirimizden bir hayli uzak diyarlar haline geldik. Hele de farklı görüşte insanlarsak, oturup bir kahvelik veya çaylık zamanda diğerini dinleyemiyoruz, kimseye tahammülümüz yok. İnsanların insanlarla konuşmalarına kulak kabartınca neden toplumda büyük infiallerin olduğunu anlayabiliyorsunuz. Gayet basit: Sıradan işlerimizi devam ettirmek için yürüttüğümüz diyalogların aramızda bir paylaşım oluşturduğunu, karşımızdaki insanla bizi iletişime geçirdiğini sanıyoruz. Maalesef bu seviyede bir temas bir işe yaramıyor, yaramadığı gibi de daha büyük gerilimlere neden oluyor. Çünkü içimizde bir yerlere ulaşmıyor. Gündemin peşine takılıp bize belirlenen alanda aynı şeyleri ısıtıp ısıtıp birbirimize sunmak mı iletişim?
Oysa eskiden bizi birbirimize ram eden ne güzel konularda ne güzel sohbetlerimiz olurdu. Bundan en fazla otuz yıl öncesine kadar insanlar sokakta tiyatro oyunlarından, festivallerden, kitaplardan, dergilerden, filmlerden, müzelerden, tablolardan, spordan bahsedebiliyorlardı. Benim büyüdüğüm mahallede (Çiftlik) herkesin kapısı herkese açıktı; sıradan ev ziyaretlerinde bile gazetelerden, eğitimden, yeni çıkan kitaplardan konuşulurdu. Çocuklara ekmek aldırılırken gazete de aldırılırdı. Sosyal etkinlikleri, özellikle de Samsun Fuarı’nı büyük bir heyecanla beklerdik; çünkü ancak televizyonlarda görebileceğimiz sanatçılarla hem dem olurduk. Mazhar Fuat Özkan’dan tutun da Nejat Uygur’a kadar. Tabi bu benim yetiştiğim dönemde. Bir de bunun daha öncesi var. Barış Manço, Emel Sayın, Erol Evgin, Gönül Yazar, Ahmet Özhan, Ajda Pekkan, Yıldız ve Müşfik Kenter, Zeki Alasya, Metin Akpınar ve daha niceleri…Bu efsane sanatçılarımızın bıraktıkları izler hala dillerde dolaşır.
Sadece fuar mı? Devasa gazete bayilerinin önünde karşılaştığımız emekli teyzelerle, amcalarla edebiyat sohbetlerimiz olurdu; bize kitap ve dergi tavsiyelerinde bulunurlardı. En büyük okulumuz birbirinden güzel gazete bayileriydi. Herkes herkesin kültürel gelişimiyle ilgilenirdi. Çiftlik Caddesi kapatılırdı, gece bile güvenle gezerdik. Öyle boş boş değil tabii; mesela o dönemin en gözde müzik marketi Leopera’nın önündeki kaldırıma minder atıp caddeye kolonlar koyarlardı, biz gençler de oturup ünlü tiyatroların ve tiyatrocuların (özellikle Zeki Alasya ve Metin Akpınar) yeni çıkan oyun kasetlerini dinlerdik. Nostaljiye sığınıyoruz diye bize kızanlar çıkar mı bilmem; ama bunları çok özleyen büyük bir kitle olduğunu biliyorum. Şu anda da yapılan çok güzel şeyler var, kimsenin hakkını yiyemeyiz. Kültür Yolu Festivali, konserler ve bir sürü etkinlik…Ama çok büyük bir eksiklik var. Güzide halkımız eskisi gibi büyük kitleler halinde katılamıyor ve hayatlarının bir parçası haline getiremiyorlar bu tip güzellikleri. Her daim sanatla iç içe olamıyorlar. Büyük bir kitle yoksun kalıyor yapılanlardan. Evden işe, işten eve…Yani sanat hayatımızdan el çekti. Böyle olunca da haliyle tek konuşulan şey gündem oluyor hem yoruluyoruz hem de bizi birbirimize bağlayan bağlar gevşiyor. Toplumun dokusuna, özüne sanat el atmazsa nasıl çıkacağız işin içinden? Tüm işe yarar fikirler; sanatın, edebiyatın, müziğin sağladığı dinginlikte ortaya çıkmaz mı? Nitelikli sosyal faaliyetlerle bir araya gelemeyen insanlar birlik olup ülke dertlerine nasıl çözüm üretecekler? Bizi birbirimize kenetleyen faaliyetlerden uzakta bir bütün olarak nasıl kalabiliriz?
Bu noktada Prof. Dr. Yılmaz Özbek’in “Toplumsal Uzlaşmada Sanatın İşlevi” başlıklı yazısından bir alıntı yapmak istiyorum: “Sanatın en önemli işlevi düşündürmek ve bilinçlendirmektir. Eğlendirip oyalarken bunu yapar. Sanat ürünleri topluma, halk kitlelerine yöneldiği oranda kitlelerin bilinçlenmesini, toplumsal gerçeklerin daha iyi anlaşılmasını sağlar. Kişiyi yetiştiren, yönlendiren, değiştiren ve yetkin hale getiren işlevleriyle ona eleştirel bir bakış kazandırır. Sanat, içinde taşıdığı aykırı düşüncelerle, karşıt konumu ile insanları, içinde bulundukları durumları, sahip oldukları düşünceleri, yaşama biçimlerini, dünya görüşlerini ve ideolojik yaşamlarını irdeler, sorgular ve dinamik yapısıyla, değişime olan yatkınlığıyla toplumlara gelişmeye giden yolları açar. Bir iletişim aracı da olan sanat, kültürel yakınlaşmayı sağlar, bir toplumun geçmiş ve gelecekteki kuşakları arasında iletişim kurar. Geçmişimizi sanat eserleriyle kavrar, bugünümüzü biçimlendirir, yarınımızı hazırlarken ondan yararlanırız.” Özetle, güzel faaliyetlerde tekrar bir araya gelmeyi başarabilirsek birbirimizi anlayabilir, her şeyi çözeriz.
Sevgiler, saygılar…