İlahiyatçı bana göre siyasal İslamcı Hayrettin Karaman, 'Özünü koruyan aleviyle evlenilmez' buyurmuş.
Bu tür fetvaları görünce hep, 'Hah işte bir siyasal İslamcı daha' diyorum çoğunlukla.
Söylediğinden çok 'demokrasi ve laiklik' adına endişeleniyorum.
Avrupa'da siyasal Hristiyanlığa 'ayar verile verile' elde edilmişti demokrasi ve laiklik. Çünkü demokrasi ve laiklik, kilisenin fantezilerine bırakılmayacak kadar değerliydi.
Siyasal İslam deyince ne anlıyoruz, hemen söyleyeyim; dinin doğası temelli özcü yaklaşımı bırakıp, toplumsal değişimi okumayı ve değiştirmeyi esas alan bir anlayışı şüphesiz.
Böyle bir değişim, neresi olursa olsun, Türkiye'de de 'Yeni Ortaçağ' demektir ve engellenmezse mümkündür. Kapitalizmin Doğu Bloku'nda geri dönüşü gibi dinin de siyasal bir iktidar ve devlet biçimi olarak geri dönüp demokrasi ve insan haklarını imha etmesi mümkündür.
Haydar Karaman gibi ‘Siyasal İslam’ın elitlerini değil inancını ve ibadetini dinini siyasete bulaştırmadan gerçekleştiren demokratları anlıyorum ben 'dindar' kavramından.
Çünkü namazını kılıp orucunu tutan anne babaların, 'din devleti' talebi olmadığı gibi 'Aleviyle evlenilmez' gibi bir saplantıları da yok.
Çünkü bu iddialı fetvaları ortaya atanlar demokrasi ve insan hakları ile uyumlanamıyorlar, din ve dindarlar değil.
Türk burjuva devrimi de dinin siyasal iktidarına son vererek, siyasete karışmasına engel koydu. Din ile siyasal iktidar bağının yerine dinin tanrı ile kul arasında bir ilişki olduğunu, bireysel bir inanç, ahlak ve vicdan anlayışı olduğunu yerleştirdi.
Şimdi bu fetvaları, dinin tanrı ile kul arasında bir ilişki olmaktan çıkarılmasına yönelik çabalar olarak okuyorum her seferinde.
Avrupa'da da burjuva devrimcileri işi kiliseye bıraksalardı demokrasi ve insan hakları olmazdı. Zaten sorunun aşılmasını sağlayan da bu onlara bırakmama ve dinin siyasallaşarak insanlığa verdiği zararı Ortaçağ karanlığını devrimle ortadan kaldırmaktı.
Türkiye'de de cumhuriyet devrimi ile bu karanlığa son verildi. Şimdi yeniden kimsenin kafasında olmayan meseleleri ısıtıp ısıtıp gündeme getirmenin, Alevi-Sünni ayrışması hortlatıp, toplumu germenin laiklik ve demokrasiyi hedef tahtasına oturtmaktan başka bir nedeni olabilir mi?
***
Türkiye’de 7 milyondan fazla asgari ücretli var.
Aslında çalışana verilmesi en asgari tutarı ifade eden 'asgari ücret', günümüzde Türkiye'de genel bir ücret uygulaması haline gelmiş durumda.
Ayda 2 bin 800 TL ile geçinmek zorunda olan asgari ücretliler yoksulluk sınırının 10 bin TL'ye çıktığı ülkemizde, bırakın yoksulluğu açlık sınırının bile altında yaşıyorlar.
Bugünlerde asgari ücret üzerindeki vergilerin kaldırılması gerektiği yeniden gündeme geldi.
Doğrudur, açlık ve yoksulluk içerisinde yaşayan bu ücretli kesim, diğer taraftan da ağır vergi yükü ile karşı karşıya.
Asgari ücretliden gelir vergisi, SGK işçi payı, İşsizlik Sigortası primi payı, damga vergisi olmak üzere yapılan aylık toplam kesinti tutarı 752 TL.
Bir başka deyişle asgari ücretten kesintilere son verildiğinde, asgari ücretlinin geliri 752 TL artışla 3 bin 577 TL’ye yükselecek.
Asgari ücret görüşmeleri başlamadan, mevcut iktidar bu konuyu gündeme almalı ve asgari ücrete mahkum milyonların feryadını duymalıdır.
Aksi taktirde tıpkı asgari ücret gibi, kimse kimseyle geçinemeyecek hale gelecek!