Bu kentte çevreye, doğaya, ağaca, ormana 'düşmanlık' mobil santrallerle başladı, tam gaz devam ediyor.
Peşinden taş ocakları geldi.
Atakum ormanları taş ocakları talanına uğradı.
Yetmedi, orman ve su zenginliğiyle bilinen Kavak'a yapılan çimento fabrikası yapıldı.
Koca bir dağ delik deşik edildi. Yemyeşil bir ormanın yerinde şimdi yeller esiyor. Gidin bakın, beyaz kayalardan ibaret zavallı bir yer. Oturur ağlarsanız.
Üstelik şirket burayla da yetinmiyor.
Bu fabrika daha önce Marsullu ile Bekdemir mahalleleri arasına, Kale Tepesi'nin uzantısı olan kuzey yamacındaydı ya şimdi 'Çimento sahası genişletme' adı altında, Kale Tepesi bölgesine doğru ruhsat almaya çalışıyorlar.
Üstelik bu bölgede tarihi kalınılar bulunduğu ve SİT kapsamına alınması gerektiğine yönelik raporlara rağmen.
O da yetmedi; Kanadalı altın arama şirketi Eldorado'nun Türkiye uzantısı Tüprag Madencilik, Kavak-Havza-Ladik üçgeninde sondajlar vurmaya başladı.
Altın bulabilmek aslında siyanürle toprağımızı zehirlemek için.
Bitti mi?
Az daha Terme'ye, kömürle çalışan termik santral kuracaklardı.
Ovanın tam göbeğine.
Neyse ki bölgedeki köylüler, ilçenin ileri gelenleri hatta AK Partili eski belediye başkanı da elele verdiler de kıl payı kurtardılar bu santralden ilçelerini.
Ormanın hasımları hiç biter mi?
Bitmiyor; bu kez de Çarşamba'yı gözlerine kestirdiler.
'Büyük Ova' denilerek kanunla koruma altına alınan Çarşamba Ovası'na biyokütle enerji santrali kurdular.
Mahkeme kararlarını hiçe sayarak bilhassa.
İnşaat bitti bile, santralin bacasından gazlar yükseliyor.
Yöre halkı bas bas bağırıyor ama ormanın, ovanın hasımları hiç oralı değil.
Unutmadan; Kavak'taki Kale Tepesi meğer ne verimliymiş de haberimiz yokmuş. Bu kez de Samsun Büyükşehir Belediyesi burayı mesken tuttu.
Kale Tepesi'nin güney yamacındaki yemyeşil ormanlarının ortasına Dağardı Sokak yerleşkesine taş ocağı maden tesisi kurmak için kolları sıvadılar.
Orada yaşayan vatandaşlar, bu tesisin buraya uygun olmayacağını, taş madeni çıkarılacak yerin SİT bölgesi raporu olduğunu söyledikleri halde.
İddiaları o ki, tesisin inşaat ruhsatı bile yok; üstelik köylünün tapulu arazilerine yapılan işgallerle ilgili hiçbir kamulaştırma görüşmesi yapılmamış, bedelleri ödenmemiş; gerekli de alınmamış.
Taş kırma makineleri gelmiş bile. Yola sığmayan makineler için gerekli kurumlardan izinler alınmadan ağaçlar sökülmüş ya da kesilmiş kimin umurunda.
Ya da izinsiz katledilen ağaçlarla ilgili savcılığa ve CİMER'e yazılı şikayetler iletilmiş olsa da ne olacak?
Bölgeye yapılacak olan bu taş ocağı maden tesisinin yerleşim birimlerine yakın olması, su hava ve gürültü kirliliği gibi nedenlerle bölgenin iklimini doğrudan etkileyecek. Önemli mi?
Velhasıl, bütün bunları yapanların dağlarını talan ettirmeye, yaylalarını, sahillerini Araplara satmaya, binlerce yıllık tarihi yerlerin bulunduğu yerleri kıraç topraklar haline getirmeye, ağaçlarını kesmeye, derelerini kurutmaya, ormanlarını yok edip madencilere, Kuş Cenneti gibi doğal güzelliklerini yakmaya ve imara açmaya kıyamadıkları başka bir vatanları ve vatandaşları var galiba.
Çünkü hiç kimse; ‘Benim vatanım, benim toprağım, benim ülkem, benim memleketim’ dediği yere bunları yapmaz, yaptırmaz.
Düşündüm, düşündüm; başka neden bulamadım...