Ekonomide enflasyonla başımız belada olmasına rağmen, özellikle 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra göreve gelen Mehmet Şimşek ve ekibinin yeniden 'rasyonel' ekonomi politikalarına yönelmesiyle başlayan süreçte, mart ayından bu yana yabancı derecelendirme kuruluşlarından gelen not artışları hepimizin malumu.
Örneğin uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P'nin, Türkiye'nin kredi notunu "B"den "B+"ya yükseltirken, kredi notu görünümünü "pozitif" olarak koruması, ekonomimiz için 'olumlu' bir gelişmeydi.
Çünkü S&P'nin, 11 yılın ardından notumuzu 1 kademe artırması elbette öyle basit bir konu değildi.
Daha önce de Fitch Ratings Mart ayında Türkiye'nin kredi notunu "B"den "B+"ya yükseltirken, not görünümünü ise "durağan"dan "pozitif"e çevirmişti.
Bu yılın mayıs ayında da uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor's (S&P), Türkiye'nin kredi notunu "B"den "B+"ya yükseltirken, kredi notu görünümünü "pozitif" olarak korumuştu.
Ve en son açıklama ise daha birkaç hafta önce Moody's'ten geldi. Moody's de Türkiye'nin kredi notunu 2 kademe yükselterek "B3"ten "B1"e çekti, kredi notu görünümünü "pozitif" olarak korudu.
Daha önce bir yazımda bu derecelendirme kuruluşlarının verdikleri notların neden bu kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışmıştım.
Yeniden hatırlatayım; Yabancı yatırımcıların bir ülkeye yatırım yapıp yapmayacaklarına karar vermelerini etkileyen çok önemli bir kavram var. Buna; 'ülke riski' deniliyor.
'Ülke riski'; yatırım yapılacak bir ülkede, bu yatırımın yapılması ve geri dönüşüyle ilgili var olan belirsizlikleri ve bu belirsizliklerin yatırımcı açısından yaratabileceği kayıpları içeriyor.
'Ülke riski'ni belirleyen faktörler neler?
Birincisi siyasi, ikincisi ekonomik, üçüncüsü ise sosyal riskler.
Bu risklerin ölçümü sonucunda ortaya çıkan dereceye reyting, riskleri ölçen kuruluşlara da reyting kuruluşları deniliyor.
İşte son dönemlerde gelen bu not artışlarına bakılırsa Türkiye'de ekonomi 'güvenilir' olma yolundaymış.
Hatta iktidar sözcüleri ardı ardına gelen bu not artışlarını görünce, notumuzu indirdiklerinde “dış güçler” diye aşağıladıklarını bile çoktan unutmuşlar. Şimdilerde “şahlanıyoruz” naraları atmaya başladılar.
Reel piyasada işlerin son derece kötüye gittiğini bilirken, çalışanlar, ücretliler, emekliler yoksulluktan inim inim inlerken gelen bu not artışları insanı işkillendirmiyor da değil hani.
Daha önce Türkiye'deki hukuk sistemini ve adaleti bahane göstererek yabancı sermayenin gelmek istemediğini iddia eden uluslararası kurumlar, bahsettikleri şartlarda bir değişiklik olmadığı halde neden olumlu konuşmaya başladılar garip doğrusu.
Bu not artışlarında hala pek de iyi bir yerde olamasak da, sıcak paranın bir anda Türkiye'ye bu denli ilgisinin artması da tuhaf doğrusu.
Üstelik gelen paralar doğrudan yatırım için değil, kazanamadıklarını görürlerse hemen kaçabilecek paralar. Sıcak para gelir gelmesine de, o da ekonomimizin karakaşına kara gözüne değil yani. Bu paralar ülkemizin yüksek faizine, çapraz kazanca (carry trade) ve yalancı sermaye olarak geliyor.
Bilenler bilir; yabancı yatırımcılar bir ülkenin toparlandığını vurguluyorsa iki olasılık söz konusudur:
Ya gerçekten işler iyiye gidiyordur.
Ya da yabancılar, o ülkeden iyi para kazanıyorlardır.
Bir de işin garip tarafı ne biliyor musunuz: Bu not artışlarına rağmen sıcak paranın Batı'dan, doğrudan yatırımın ise 'Doğu'da geliyor olması.
Türkiye'de yatırım yapma kararı alan firmalara bir bakarsanız, ne demek istediğim daha da anlaşılır.
Çinli BYD Manisa'ya ve Çinli otomobil devi Chery Samsun'a yatırım yapma kararı aldı değil mi?
İşte bize böyle yatırımlar gerek. Fon akışı, portföy yatırımı gibi yatırımlara sakın kanmayın. Onlar yalancı yatırımlardır. Bir bakmışsınız yerlerinde yeller esiyor.