Türk demokrasisinde cumhurbaşkanlığı seçimleri, en zorlu süreçleri, krizleri ve dalgalanmaları içinde barındırır. Deyim yerindeyse her seçim öncesinde siyasetin tansiyonu yükselir, ortam gerilir.
Bu süreçlerin öncesinde ya da hemen sonrasında kimi zaman askeri darbeler, kimi zaman da cumhurbaşkanı seçimini olanaksız kılacak siyasal yıkımlar yaşanmıştır.
Mesela 1980 askeri darbesi öncesinde cumhurbaşkanı seçebilmek için, TBMM'de 150'den fazla tur yapıldığı arşivlerdedir.
Yine 1989 yılında yapılan ve Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı olarak seçildiği seçimleri, muhalefetin boykot ederek seçimlere katılmadığını anımsıyorum.
Bu nedenle seçimler sonrasında da Özal'ın cumhurbaşkanlığıyla ilgili 'meşruiyet' tartışmaları yaşanmıştı.
Ama 2007 yılındaki cumhurbaşkanı seçimi süreci unutulmazdı. Görev süresi dolan Ahmet Necdet Sezer’in yerine yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri krize dönüşmüştü çünkü.
Siyasi literatürümüze 27 Nisan E-Muhtırası olarak geçen muhtırada “Sözde değil özde laik Cumhurbaşkanı istiyoruz” yazılı muhtıra ile askerler cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahil olmuşlardı.
Yine Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerine aynı anda 367 milletvekilinin katılması gerektiği yönündeki içtihadı da CHP başta olmak üzere mecliste yer alan bir kısım siyasi partilerin oylamaya katılmaması büyük bir krize neden olmuştu.
Sonrasında aynı yıl yapılan anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine karar verilmişti.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türkiye'deki en büyük sistemsel dönüşüm ise, 2017 yılında yapılan 'Partili Cumhurbaşkanlığı' sistemini geçişi sağlayan seçimdir.
Aslında Türkiye'de cumhurbaşkanı seçimlerini bu derece önemli kılan asıl sebep, Cumhurbaşkanının kim olacağından çok 'sistem' sorunudur.
2017 yılında yapılan anayasa değişikliği ile birlikte Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi olarak da nitelendirilen başkanlık sistemine geçilmiştir.
Bildiğiniz gibi söz konusu sistem değişikliği ise, bu kez otoriterleşme başta olmak üzere kuvvetler ayrılığı, eyalet sistemi ve kazananın 'otoriterleşmesi', 'tek adam' haline gelmesi gibi yeni tartışmaları beraberinde getirdi.
Gelelim bugüne…
Önümüzde 3,5 yıl sonra gerçekleşecek olan yine bir cumhurbaşkanlığı seçim süreci var.
2023'te 6'lı Masa'nın cumhurbaşkanı adayı gösterdiği Kemal Kılıçdaroğlu'nun seçimi kaybetmesinin ardından daha da bilenen muhalefet, yerel seçimlerde elde ettiği zaferin yarattığı rüzgarı da arkasına alarak bu kez İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile rövanşı almak için 'erken seçim' çağrılarını gecikmeden başlattı.
Zaten İstanbul'da belediye başkanı adayı olduğu ilk seçimden bu yana iktidarın korkulu rüyası haline gelen ve girdiği 4 seçimi de kazanan Ekrem İmamoğlu'nu 'oyun dışı' bırakmak için yapıldığı algısını yaratan hukuksal girişimlere (Ahmak davası), bu kez 'akademik' olarak da destek geldi.
İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun diplomasının sahte olduğu iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında kararını verdi, diplomayı iptal etti.
Ekrem İmamoğlu’nun da aralarında olduğu 28 kişinin diploması “yokluk” ve “açık hata” gerekçeleriyle iptal edildi.
İmamoğlu'nun avukatlarınca yapılan açıklamalarda, "YÖK yasasında Üniversite Yönetim Kurulu’nun idari faaliyetlerde rektöre yardımcı bir organ olduğu açıkça yazıyor. Böyle bir karar alma yetkisi yoktur. Bu kararı yalnızca Fakülte Yönetim Kurulu alabilir” deniliyor.
Akademisyenler, hukukçular şimdi bunu tartışıyorlar. Bundan 34 yıl önce üniversitenin aldığı bir karara dayanarak Girne'den İstanbul'a yatay geçiş yapan öğrencilerin diplomaları iptal edilebilir mi? Tartışmalar bu çerçevede yapılıyor.
Diploma krizi zaten bir gerginliğe neden olmuşken, bu kez dün sabah saatlerinde İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu evinden gözaltına alındı ve Türkiye bir anda olağanüstü bir dönemin içine girdi.
Bundan sonra ne olacak? Öyle görünüyor ki İmamoğlu'nun cumhurbaşkanlığı kampanyasını devam edip etmeyeceğine hakkındaki gözaltının devam edip etmeyeceği ve soruşturma sonucuna bağlı olacak.
Anayasa Mahkemesi dahil hukuk mercilerinin vereceği kararları bekleyecek.
Olası bir tutuklama kararının Türkiye'de her Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde olduğu gibi iç siyasette gerilimi artıracağı, toplumdaki kutuplaşmayı da giderek derinleştireceği, su götürmez bir gerçek.
Yukarıda da anlattığım gibi geçmişte cumhurbaşkanı seçimi öncelerinde şiddetli krizler, siyasi dalgalanmalar yaşandı bu ülkede…
Bu defa ise seçime üç yıl kala tartışmalar başladı. Öyle görünüyor ki bu tartışmalar, geçmiştekileri bile aratacak dozda olacak.
Ne yazık ki bütün bu olan bitenler, ülkemiz ve toplumumuz açısından sakin ve huzurlu bir gelecek vaat etmiyor!