Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk’ü ölüme götüren hastalık süreci 1937 yılında başlamıştı.
Hastalığının ilerlediği son dönemde, yine onun izniyle yurt dışından da sahasında uzman doktorlar getirtilmiş, Türk doktorlarla birlikte tedavide yer almışlardı.
Fakat Atatürk daha sonra belki güvenlik gerekçesi belki başka nedenlerle "Beni Türk hekimlerine emanet ediniz" dedi.
Bizim doktorlarımız, Hipokrat yemini etmiş, sadece mesleği 'hekimlik' olan insanlar değillerdir.
Milli duygularla donanmış Türk hekimi, mesleği gereği yaşamı ön planda tutmanın yanında, yeri geldiğinde ölmesini de bilir.
Bunu hatırlamak için bir yüzyıl ötesine gitmek yeterlidir. Mekteb-i Tıbbiyye-i Şahane öğrencilerinin tamamı silahaltına alınıp, Çanakkale’ye gitmişlerdir örneğin. Çanakkale Savaşı’na giden 746 tıp öğrencisinden 346’sının orada şehit olduğunu bilmeyen var mı?
Yine Çanakkale. Cephede görevli Dr. Tarık Nusret'in hikayesini bilir misiniz?
Tarık Nusret, Çanakkale’de cephede yaralılara ilk müdahaleyi yapıyor. Gelen hastalardan çok şiddetli ağrısı olanlara ağrı kesici yapılıyor. Ağrı kesici, morfin gibi nadir bulunan ağrı kesiciler çok az. Ancak yaşama şansı olan tedavi edilirse yaşayabilir ve cepheye dönebilir olan askerlere öncelik veriliyor.
Burada Tarık Nusret hissi davranmamak için hastaların gözlerine, yüzlerine hiç bakmıyor. Gelen hastalardan ümitsiz olanları ‘gölgelik bir yere bırakın’ diyor. Bu askerler ölüme terk edilerek şehit oluyor.
Bu arada bir yaralı geliyor. Onun da gölgelik bir alana bırakılmasını istiyor. Yaralı ise 'baba' diye sesleniyor. Kendi öz çocuğu, ağrıdan kıvranıyor ama son anları. Elindeki kıt ilaçtan ağrı kesiciden ona yapmıyor. Onu gölgeliğe bırakın diyor. Kısa bir süre sonra ise çocuğu şehit oluyor. Sonra yavrusuna sarılarak ‘Bu senin hakkın değildi’ diyor.
Tıbbiyeli Hikmet'i bilir misiniz mesela; 14 Mart 1919'da Türk Bayrağı ile işgalcilere direnen ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, “Mandayı isteyen siz olsanız bile biz Tıbbiyeliler buna asla izin vermeyeceğiz” diyen Tıbbiyeli Hikmet'i.
Sadece savaşlar da değil üstelik. Salgınlarda, depremde, selde, bütün afetlerde sağlık çalışanları en ön cephedeler. Bütün imkanlarını silahlarını kullanarak gayret ediyorlar. Zaman zaman kendi canlarından olma pahasına üstelik. Son 3 yıldır hayatımızı kabusa çeviren korona virüs salgınıyla mücadele ederken yaşamını yitiren hekimlerimiz unutulabilir mi?
Pandeminin başlangıcı olan 2020’den bugüne Türkiye'de 543 sağlık çalışanı kovid-19 nedeniyle hayatını kaybetti bu ülkede.
Bir türlü durdurulamayan hekime yönelik şiddet olaylarını, cinayetleri, yoğun iş yükü ve mesai düzenini hatırlatmaya gerek var mı?
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, fedakarca görev yapan doktorların, sağlık çalışanlarının 'geçinemediklerini' belirterek, daha iyi şartlarda yaşamak için, haklarını istemelerine vereceğimiz cevap 'giderlerse gitsinler' mi olmalıdır?
Olmamalı.
Benim bildiğim, bu ülkenin, bu devletin, bu milletin doktorları bir yere gitmez, gidemez ama…
Zamanı gelir, sandıkla gelenler yine sandıkla giderler.
Güzel insanlar her zaman yanınızdayız. Geldikleri gibi gidecekler. Tez zamanda inşallah. Hepinizi çok seviyoruz.