Uluslararası Para Fonu…
Yani IMF…
1947 yılından bu yana üyesiyiz.
İlk kez 1958’de dış borç alabilmek amacıyla IMF tarafından hazırlanan bir programı yürürlüğe koymak zorunda kaldık.
1961'den 1970'e kadar IMF ile her yıl yeni bir stand-by hayata geçirildi ve bu stand-by anlaşmaları çoğunlukla 1 yıl dolmadan da sona erdi.
Daha sonra, 18 Haziran 1980'de IMF ile ilk kez daha uzun süren bir stand-by düzenlemesi yapıldı ve bu anlaşma, 17 Haziran 1983'e kadar sürdü.
18. stand-by anlaşmasını 4 Şubat 2002'de imzalayan Türkiye, bu anlaşma sona ermeden hemen önce, Ocak 2005'te yeni bir stand-by anlaşması yaptı.
Son kalan borç ise, Mayıs 2013'te yapılan son taksit ödenmesinin sonrasında tamamen kapatıldı.
Ve Türkiye 1961'den 2013'e kadarki süreçte, IMF'den toplam 50 milyar doların üzerinde kaynak kullandı.
Ne karşılığında?
ACI REÇETELER karşılığında…
Bu ülkede bir türlü düzeltilemeyen ekonomi ve yüksek enflasyon yüzünden sabit elirliler, işçiler, emekçiler, memurlar, işsizler, yoksullar yıllarca IMF'nin ‘acı reçete’lerine boyun eğmek zorunda kaldı.
Ne vardı IMF'nin o acı reçetelerinde?
Vergi artırımları ve düşük ücret artışları…
2013 yılından bu yana IMF ile hiçbir anlaşma yapmadık, borç para da istemedik.
Hükümetin politikalarına bakarsanız buna da gerek yok aslında.
Çünkü IMF ile yapacağınız stand-by anlaşmasından daha farklı bir şey yapmıyorlar.
Hatta diyebilirim ki vergilerin tabana yayılması, dolaylı vergilerin düşürülmesi ve zenginlerden daha fazla vergi alınması konusunda IMF'nin programı daha bile insaflı olabilirdi.
Bakın bugün Türkiye’de net asgari ücret 22 bin 104,67 TL. Dört kişilik bir ailenin açlık sınırı, takip edenler bilir 24 bin 35,59 TL'yi bile karşılayamıyor.
Yoksulluk sınırı ise 80 bin liraya dayanmış halde.
Ailede iki kişi asgari ücretle çalışsa bile, yoksulluk sınırının ki o da 34 bin 082,50 TL. Onun da altında kalınıyor.
Bu tablo, işçilerin yalnızca geçimlik değil, aynı zamanda insanca bir yaşam sürme şansını da ellerinden alıyor.
Ben bu durumu şuna benzetiyorum:
Eskiden köle pazarlarından köle satın alınır, köleye tüm işler yaptırılır ve sadece karnı doyurulurdu. Barınma sorunu falan yoktu. Eğer sahibi vicdanlıysa iyi muamele de görürdü.
Şimdi ise değişen ne oldu?
Barınmakta zorlanıyoruz, insanın ihtiyacı olan temel gıdalara ulaşmakta zorlanıyoruz.
Aylarca evine et girmeyen aileler var, süt içemeyen çocuklar var.
Özgür desek, özgür de değiliz. İşsiz kalma korkusuyla hakkımızı bile arayamıyoruz.
Hele ise bizden olan değil de ''bizden olmayan'' grubundaysak ayrı muamele görüyoruz.
Bir ülkede demokrasi yoksa, hak, hukuk ve adalet yoksa, hukuk bağımsız ve tarafsız değilse o ülke özgür olabilir mi?
İnsana, temel ihtiyaçlarına bile erişemeyecek düzeyde bir değer veriliyorsa; insanın, insani standartlarda yaşayabileceği bir değeri yoksa; insanlar açlığa ve yoksulluğa mahkum ediliyorsa, bu durumda emek sömürülmüş ve modern kölelik de desteklenmiş olmuyor mu?
Yani diyeceğim o ki. Zaten IMF'ye ihtiyacımız yok.
Hükümetin uyguladığı da tipik bir IMF programı zaten.
Nedir o programın ana teması:
Ücretleri baskılayarak enflasyonu denetlemek!
Alın size ACI REÇETE!
***
Kurban Bayramınızı en içten duygularla kutluyor; insanın insanı, sahip olduğu 'yiyeceklere' el koymak için de öldürmeyeceği, yeryüzü nimetlerini eşitçe paylaşacağı, özgür yarınlara ulaşmasını diliyorum.
İyi bayramlar...