Yeşili de mavisi de doğası da mimarisi de ve insanı da bir başkadır benim memleketimin.
Samsun ile birlikte Karadeniz'in tamamı öyledir.
Hele de bütün bu coğrafyada adını veren Karadeniz. Bakmayın adının 'kara' olduğuna masmavidir aslında bu hırçın deniz…
Ama bu güzel denizin son yıllarda, artık son aşamaya gelmiş iki önemli sorunu var: Kıyı tahribatı ve kirlilik.
Bu sorunu yaratansa yine insanlar yani bizler.
Aslında Karadeniz'de kıyı tahribatı en çok da Doğu Karadeniz Sahil Yolu'nun yapımı ile başladı. Ancak şimdi batısı da ortası da doğusu da bu tahribatın pençesinde…
Doğu Karadeniz'de denizden kazanılmış dolgular üzerinden geçen bölünmüş yollarla, ulaşımda konforu yakalayacağız diye Karadeniz'in o muhteşem kıyı güzelliğini, betona teslim ettik.
Karadeniz'in en uzun sahil şeridine sahip olan Samsun'da ise yanlış eklentiler, mendirekler, balıkçı barınakları ve dolgularla da ipin ucunu iyice kaçırdık. Taflan'dan Samsun'a doğru Karadeniz kıyı şeridini her geçen gün daha fazla yutuyor. Yapılan her dolgu ise tahribatı daha da ileriye öteliyor. Bu gidişle Atakum'un o güzelim sahillerinden de bir eser kalmayacak.
Sadece bu da değil üstelik. Karadeniz Sahil Yolu boyunca kent sayısı ve kentlerde yaşayan nüfus miktarı çoğaldıkça, katı ve sıvı atık sorunları da artıyor.
Karadeniz kenarındaki kentlerin hemen hepsi sıvı atıklarını, kanalizasyonunu, derin deniz deşarjı şeklinde doğrudan Karadeniz’e akıtıyor.
Bununla da bitmiyor ki…
Karadeniz’in yaklaşık 200 metre derinlikten itibaren canlı hayatına izin vermeyen yapısı, bu denizin sadece Türkiye tarafından değil, diğer Karadeniz’e komşu ülkeler tarafından da aynı şekilde kullanılmasına neden oluyor üstelik.
Kıyıdaki betonlaşma böyle giderse halkın biraz nefes almak için ileride yaylalara daha fazla talep göstereceğini tahmin etmek zor değil. Ancak yaylalar aynı zamanda temiz içme suyu kaynaklarının başlangıç noktası olduğu kadar aşağıdaki kentleri tehdit eden sel ve taşkınların da çıkış yerleri.
HES’ler, maden işletmeleri, santraller, Karadeniz bölgesinin ormanlarını, yaylalarını, derelerini talan ettiği yetmezmiş gibi şimdi deniz doldurularak, arazi elde etme peşinde olanlar var.
Bakın bu bölgede deniz doldurularak yapılan kara yolu, şehirlerin, ilçelerin denizle bağını kesti. Suyun denize ulaşımı zorlaşınca bol yağış alan bölgede seller nedeniyle maddi zararların önü arkası kesilmiyor.
Deniz kirliliğinin sonucunda ise bir zamanlar en önemli geçim kaynağımız olan balıkçılığı yok ediyoruz. Karadeniz adeta kendisini kirletenleri cezalandırıyor.
Sorun artık tek tek belediyelerin üstesinden geleceği bir durum olmaktan çıktı aslında. Bölgesel düzeyde ele alınması gereken bir problem haline geldi.
Bu saatten sonra bugüne kadar yapılmış yapıların tamamen yok edilmesi elbette mümkün değil.
Ancak bundan sonra bu işin mühendislerine, mimarlarına danışarak, onların plan ve önerileri dikkate alınarak bilimsel önlemler doğrultusunda çalışmalar yapılmalı.
Karadeniz'i petrol yolu yapan tankerlere, gemi yapım ve bakım tesislerinin yarattığı kirliliğe, sanayi atıklarına, kıyı kentlerinin döktüğü çöplere, faili meçhul varillere, tarımda aşırı ilaç ve gübre kullanımına, akarsuların kirlenmesine, nükleer enerjiye, otoyolların yaptığı tahribata, doğayla barışık olmayan yatırımlara ve yerleşmelere 'dur' deme zamanı geldi de geçiyor bile.
Aksi taktirde yarınlara ve çocuklarımıza bırakabileceğimiz bir Karadeniz kalmayacak.