Kimseyle vatan, vatanseverlik, en vatansever benim, milliyetçilik hele de şehitlik üzerinden bir yarışa girmem, böyle bir yarışa girmeyi uygun bulmam, yarışa girenleri de her daim kuşkuyla karşılarım.
Neden mi?
Ataları yedi düvelle çarpışmış, emperyalizme kafa tutup, büyük bir halk direnişi olan Kurtuluş Savaşı'nı yapmış, soyunda sülalesinde en bir tane bile şehit vermiş yurttaşlarımızın sayısının yok denecek kadar az olduğunu bilmemden belki de.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana da böyledir. Asker, polis ya da sivil, bu ülke insanlarının değişmez yazgısıdır şehitlik. Emperyalizmin bu derece kötü niyetlerini belli ettiği, belli etmekle kalmayıp soldan, sağdan, yeşil kuşaktan, kızıl kuşaktan kim varsa, kendi serasında büyütüp, besleyerek, bu ulusun başına bela ettiğini bilirim de ondan.
Onun içindir de bu ülkede komplolar, provokasyonlar düzenlenir. Ülkemiz bu konuda hayli "bereketli" bir ülkedir. Her dönem muhtelif odaklarca tertiplenen komplo ya da provokasyona maruz kalır. Bazen "uluslararası" bazen "yerli" çoğu kez de "içi içe" çalışan komplo ve provokasyon merkezleri kurdukları tezgahlarla gündem oluştururlar.
Türkiye'nin yakın tarihi de bunların sergiledikleri "operasyon"larla doludur. Geçmiş sicilimiz ne yazık ki pek parlak değildir bu konuda.
Neler yoktur ki; "Menemen Vakası"ndan "İzmir Suikastı"ne, 6-7 Eylül 1955'te Selanik'te "Atatürk'ün Evine Bomba Atıldı" kışkırtmasıyla İstanbul azınlıklarına girişilen saldırılara, Taksim'de "Kanlı Pazar Provokasyonu" ile başlayan sürece, generallerin kavgasının bir sonucu olan "Bomba Davası"na, 12 Mart'taki Kültür Sarayı yangınına, 1 Mayıs 1977 katliamına, "mezhep çatışması" görünümlü Kahramanmaraş, Çorum olaylarına kadar…
Daha da bitmedi; 16 Mart'ta İstanbul Üniversitesi'nde öğrencilere yönelik katliama, Gazi mahallesi olaylarına, "Sivas Madımak Otel" cinnetine, Ecevit'e yönelik "Troyka Komplosu"na kadar.
Çok yakın tarihimizde hükümetin başlattığı Barış Süreci'ni baltalamaya yönelik üstelik Samsun'da Ahmet Türk'ün yumruklanmasına, çok yakın bir zamandaki cami minaresinden çalınan Çav Bella provokasyonuna kadar mesela. Hatta biraz daha geriye gidip Gezi’de Kabataş'ta 'türbanlı bacımıza yapılan saldırı' yalanından, camide bira içildiği iddialarına -ki o zamandan bu yana bu iddiaları gösteren kayıtları bekliyoruz- kadar örneğin.
Dediğim gibi bu ülkede, komploların, provokasyonların biri biter diğeri başlar. Şimdi de İYİ Partili Lütfi Türkkan meselesi var önümüzde. Zaten son yıllarda muhalefete yönelik provokasyonlar bilinmiyormuş gibi. Kemal Kılıçdaroğlu'na suikast girişiminden tutun da bir şehit cenazesi sırasında linç edilmek istenmesine, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'e Rize'de yapılan saldırıya kadar.
Türkiye'den kaçmadan önce dahil olduğu çeteyle bizzat bu provokasyonların içinde olduğunu ve bizzat planladığını itiraf eden, 'oluk oluk kan akacak' dediği kulaklarımdan bir türlü silinmeyen suç örgütü elebaşı Sedat Peker'in, Alevilere yönelik katliam yapılacağı iddialarının hemen sonrasında yaşanan İzmir'de bir kişinin öldüğü HDP binasına saldırı olayı da hafızalardan silinmemişken üstelik.
O yüzden bu ulusu bölüp parçalayıp, kanlı tezgahlar kuranların olduğu bir ülkede, bu Lütfi Türkkan olayı da 'şehit yakınına küfür etti' vaveylasından çok daha fazla 'DERİN' bir anlamı olduğu izlenimini veriyor.
Türkkan'ın hiç mi suçu yok derseniz; olmaz mı? Kim olursa olsun hele de bir siyasinin de ağzından çıkacak lafı ölçüp tartarak söylememesine, dilinin ayarına hakim olamamasına, bu ülkenin hiçbir insanına küfür etmemesi gerektiğini bilmeyecek kadar sığ olmasınadır kızgınlığım. Ama daha ötesi değil!