Tam bir yıldır Ortadoğu'da kan, gözyaşı ve soykırımdan başka bir şey görmüyoruz.
Bir yıl önce Gazze Şeridi'ni yöneten Hamas'ın 7 Ekim gününün ilk saatlerinde İsrail'i sürpriz bir saldırıyla vurması, Orta Doğu'daki fay hatlarını yerinden oynattı.
Hamas, Aksa Tufanı adı verilen baskınla İsrail'e binlerce roket fırlatarak, sınırı geçip yüzlerce İsrailliyi öldürüp onlarcasını da rehin aldı.
Dünyada şok etkisi yaratan saldırıdan sonra kameralar karşısına geçen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, "Savaştayız, kazanacağız" dedi.
Soykırımın baş sorumlusu Netanyahu'nun o gün söylediği bir cümle daha vardı: "Hamas'a verilecek karşılıkla Orta Doğu'da haritalar değişecek."
Aradan geçen süreçte İsrail'in saldırgan tutumu ile Gazze'deki bombalamalarda 35 bini kadın ve çocuk olmak üzere tam 45 bin kişi hayatını kaybetti.
İsrail yayılmacı politikasını Gazze'den sonra Lübnan'a da saldırarak devam ettiriyor. Ancak bütün bombalamalara rağmen izlediğim kadarıyla halen Lübnan'dan 1 kilometre bile içeri girebilmiş değil.
Bölge böylesine ateş çemberi içindeyken Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM'nin açılışında çok önemli bir söz söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan İsrail'in bir sonraki hedefinin vatan topraklarımız olduğunu söyledi.
Bazı siyasiler, bu cümlenin iç politikaya, gündem değiştirmeye yönelik olduğunu söylese de ben bunun tam olarak böyle olduğunu düşünmüyorum.
Öncelikle şunu özellikle belirtmek gerek. İsrail tek başına asla değil. İsrail demek ABD demek. İsrail, ABD'nin Ortadoğu'da vuran elidir. İsrail, ABD'nin Ortadoğu'daki sabit bir uçak gemisidir. Öncelikle bunu unutmayalım.
ABD'nin İsrail'in yanında olmasının iki nedeni var. Birincisi Ortadoğu petrolünün ulaştırılmasının aksamaması, ikincisi de İsrail’in varlığının korunmasıdır.
Elbette ABD siyasetinde, Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerinde adayların propagandalarından da anlaşılacağı üzere siyonistlerin önemli bir rolleri olabilir ancak ABD'nin İsrail'e desteğinin altında yatan bir başka neden de İsrail ve ABD'nin bölgeyle ilgili amaçlarının örtüşmesidir.
İsrail'in bu saldırgan, yayılmacı hatta soykırıma kadar varan politikalarının ABD'nin çıkarlarına hizmet ettiğini görürsünüz.
Dikkat edin ABD'nin Karağaç'tan başlayarak, Girit'te büyük bir üssü var. Şimdi Kıbrıs Rum kesiminde üs kuruyor. Suriye'nin kuzeyinde ise Türkiye'nin toprak bütünlüğüne kasteden PKK ile bağlantılı örgüte de desteği var. Hem de çok açık bir destek.
Türkiye'de ise AK Parti hükümetleri 15 Temmuz 2016'da yaşanan ve ülkeyi işgalin eşiğine getiren terör örgütü FETÖ'nün CİA destekli darbe girişimine kadar ABD çıkarlarına uygun bir dış politika izliyordu.
Afganistan'ın işgali, sonrasında Irak'ın ABD tarafından işgali öncesinde yaşanan 1 Mart tezkeresi skandalı ve Davutoğlu döneminde Suriye'de yaşanan iç savaşın başlaması ve ülkenin bölünmesi süreci.
İşte tüm bu politikalar ABD'nin ve İsrail'in işine yaradı ama Türkiye bu politikaların bedelini acı ödedi, hala da ödemeye devam ediyor.
Tekrar dönelim bugüne: İsrail, Lübnan cephesinde istediğini elde ederse sıradaki hedef öncelikle Türkiye yeniden Suriye olacaktır.
Bir kere ABD Kürtler kartını yeniden devreye sokacak ve yarım kalan işini Esad'ı devirerek bitirmek isteyecektir. Bu durum Türkiye'nin güney sınırlarının tehlikede olması anlamına gelir ki, gerisini siz düşünün.
O yüzden Türkiye, İsrail'in nihai olarak Türkiye'yi hedef aldığına samimi olarak inanıyorsa, öncelikle Kürecik Radar Üssü'nün denetiminin Türkiye tarafından yapılacağını bütün dünyaya ilan etmesi lazım.
Ayrıca İsrail'e istihbarat gitmemesini sağlamamalıdır. Yine İncirlik Üssü'nün de ABD tarafından hem istihbarat hem de bölgedeki birtakım askeri faaliyetler için, İsrail ile beraber ya da onun yararına kullanılmasını engellemelidir.
Bu ülkenin Milli İstihbarat Teşkilatı hangi istihbaratı aldı da Sayın Cumhurbaşkanı bu açıklamayı yaptı bilmiyorum ama durum bu kadar ciddiyse sadece TBMM'de kapalı oturum yapmak yeterli olmamalı, yüce Türk milleti de bu tehditle ilgili mutlaka bilgilendirilmelidir. Aksi taktirde böylesine önemli bir konuda spekülasyonların ardı arkası kesilmeyecektir.
Bir önerim daha var. Eğer durum böylesine ciddiyse, devletin zirvesi bir an önce Suriye ile daha doğrusu Beşar Esad ile mutlaka bir an önce görüşmelidir.