Samsun'un Çarşamba ilçesi Eğercili Mahallesi'nde Biyokütle Enerji Santrali hakkında, Samsun Valiliği tarafından verilen ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi gerekli değildir’ kararına karşı, yöre halkı tarafından açılan davada, nöbetçi mahkemenin verdiği son karar adeta 'bu kadarına da pes' dedirtecek cinsten.
Santral ile ilgilenenler bilirler; Samsun 3. İdare Mahkemesi'nde açılan davada bu santralin kurulumuna temel olan 'ÇED gerekli değildir' kararının iptaline hükmetmiş, verilen bu karar 'eksik bilirkişi incelemesi' gerekçesiyle Danıştay tarafından bozulmuştu.
Bunun üzerine yeniden dava açıldı ve 7 ayrı bilim dalı uzmanı tarafından yapılan bilirkişi incelemesinde de, 5 ayrı konuda uzmanlar 'Çevresel Etki Değerlendirme'sinin 'ZORUNLU' olduğu yönünde görüş bildirdi.
Santrali yapan Oltan Köleoğlu Şirketi'nin bu süreçte yaptığı itirazlar da 'ÇED raporunun zorunlu' olduğu gerekçesiyle mahkeme tarafından reddedildi.
Neler yoktu ki o bilirkişi raporunda;
Santralin yapıldığı bölgedeki hayvan türlerinin olumsuz etkileneceğinden, biyokütle yakımı sonucunda yer altı ve yer üstü sularının kirleneceğine, Karadeniz'e deşarj edilecek ısınmış atık suyun denizdeki faunayı bozacağına…
Çarşamba ilçesinde bulunan Hacıosman Tabiat Koruma Alanı'nın subasar orman niteliğinde bulunan zenginliğinin tahrip olacağına…
Biyokütle bilimsel olarak yenilenebilir enerji kapsamında bulunmadığından havaya salacağı karbondioksinitin yaratacağı muhtemel zararlara kadar adeta tam bir 'çevre felaketi'ne davetiye çıkaracağına kadar son derece bilimsel kanıtlar ortaya konulmuştu.
Tarımda kullanılan kuyu sularının kirlenmesi ve azalmasının yaratacağı zarar da cabası...
Durum böyleyken yöre halkının avukatı Serpil Dönmez'in ek bilirkişi raporuna istinaden yeniden yaptığı yürütmenin durdurulması talebi, nöbetçi hakimlerce reddedildi. Avukat Serpil Dönmez, reddetme gerekçesinin dahi açıklanmadığının altını çiziyor.
Ülkemiz son yıllarda, üstelik daha geçen iki haftada orman yangınları ve sellerle boğuşurken, canını dişine takarak ovasını, ormanlarını, ırmaklarını, dağlarını korumaya çalışan insanların, verilen bu kararla yaşadığı moral bozukluğunu düşünebiliyor musunuz?
Son günlerde yaşanan doğal afetler ve orman yangınları gözetildiğinde, Türkiye'nin en verimli ovalarından Çarşamba Ovası'nın ortasına kurulan bu santrale açılan davada yürütmenin durdurulmaması, ne yazık ki yaşadığımız felaketlerden hala ders alamadığımızı da ortaya koymuyor mu?
Neyse ki dava devam ediyor.
Benim asıl merak ettiğim ise bu kararı alanlar, kafalarını yastığa koyduklarında geceleri rahat uyuyabiliyorlar mı?
Vicdanınız rahat mı?
***
HEY GİDİ GÜNLER!
Milyonlarca memur ve emeklinin merakla beklediği toplu iş sözleşmesi görüşmeleri başladı.
Hükümet, memur ve memur emeklisine 2022'nin ilk 6 ayında yüzde 5, ikinci 6 ayında yüzde 6, 2023'ün ilk ve ikinci 6 ayı için yüzde 6+6 ve enflasyon farkı oranında zam teklif etti.
Memur-Sen ve Türkiye Kamu-Sen gibi KESK üyeleri de ayakta. KESK Dönem Sözcüsü ve BES Şube Başkanı Yılmaz Tuluk, bu teklife 'yoksulluk teklifi' dediklerinin altını çiziyor.
Şöyle az biraz hesap yapınca, memurların bu teklife neden karı çıktıklarını çok rahatlıkla görebiliyorsunuz.
Mesela; 2012’de başlanan Toplu Sözleşme sürecinden bugüne aradan geçen 9 yılda hem açlık hem de yoksulluk sınırı yüzde 216 artarken, en düşük maaşta yaşanan artış yüzde 174’te kalmış durumda.
Yılmaz Tuluk, üstelik önerilen rakamın TÜİK'in açıkladığı enflasyonunun bile altında kaldığına işaret ederek "İktidarın 5,5 milyon kamu emekçisine ve emeklisine yaptığı teklifin adı “Toplu Sözleşme Teklifi” değildir. Açlık sınırının 3 bin, yoksulluk sınırının 9 bin 500 TL’yi bulduğu, yaşanan gerçek hayat pahalılığının yüzde 40’ı aştığı koşullarda yapılan aileleri ile birlikte 20 milyonluk devasa bir kitleye yapılan teklifin adı sefalet, yoksulluk, güvencesizlik teklifidir" diyor.
Talepleri de son derece insani ve gerçekçi;
'İnsanca yaşamaya yetecek bir ücret, güvenceli istihdam ve adil bir çalışma'
Memurların talepleri yerine gelmezse, önümüzdeki sonbaharda Türkiye'yi çalışma yaşamında da sıcak günler bekliyor.
Memura yüzde 50 zammın yapıldığı günleri hatırlayınca insan bir tuhaf oluyor.
Hey gidi günler hey!