Çocuk mutsuzdu. İki seveninin arasında kalmıştı. O, ikisini de seviyordu. İkisi de onu seviyordu. Ancak bir yerde bir eksiklik vardı. Çocuk, babaya gidince annesinden söz açıyor; annesine gidince de babasına getiriyordu sözü. Bu durum her iki tarafı da çileden çıkarıyordu. Çocuklarına kızamıyorlardı, ama içleri içlerini yiyordu. Evlendikleri ilk güne lanet yağdırıyorlardı.
Bununla ben, nasıl olur Allah’ım! Onunla evlenebilmek için ne mücadeleler vermiştim! Yazıklar olsun bana! Çocuk da onlardan öç alıyordu. Rövanş benim olacak der gibiydi. Siyah gözleriyle ve zor anlaşılır konuşmasıyla. Çaresizdi. Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık ikilemi hayatının nasırlaşmış çelişkisiydi. Tombul, pembe pembe yanaklarında bir şeyler eksikti. İki seveninin sevgisi aynı anda buluşmuyordu, küçük yumurcağın dünyasında. Sevgi ırmaklarının biri sevgi denizine akarken, diğeri Ordu’nun dereleri gibi yukarı akıyordu. Elif, ikisi birlikte, paralel aksın istiyordu. İkiniz bir aradasınız öyle mi? Sağımda annem, sol yanımda babam. İkinizi de koklayarak uyumuşum kucağınızda. Üçümüz bir aradayız. Kavga yok, patırtı yok. Asık suratlar da kalkmış ortadan. Elif, yastıktan başını kaldırır kaldırmaz tatlı bir rüyanın hazin sonuyla ve soğukluğuyla baş başa kalıyordu. Keşke bu bir rüya olmasaydı. Yahut uykusu bitmeseydi. Güzel rüya görmek ümidi olduğundan uykuya çok düşkündü. Gündüzünde kaybolan mutluluğu, o artık gecelerde, karanlıklarda arıyordu. Gecelerde mutluluk aranmayacağını bilemiyordu ki! O, ısrarla, biçare arıyordu. Bir dirhem sevgiden başka bir şey değildi aradığı.
O minik ve taze yüz, bir anda yaşının çok üstünde bir hale bürünüyordu. Gülücüklerin eksik olmaması gereken çehre, cansız bir haldeydi. Sararmış çehredeki o güzel gözlerin derinliğinde düşünce vardı mutluluk yerine. Yanaklarından aşağı dökülen bukleli saçları, okşanacak iki el bekliyordu. Saçlarda da bir isyan edası vardı. İsyan kimeydi? Aile yapısını bozanlara mı? Töreye mi? Anneye, babaya mı? Yoksa hepsine birden mi? Çileli saatler yine başlamıştı, Elif için. Onun kısacık hayatında hep sıkıntıyla karalanmış sayfalar vardı. Onun hatırına yuva beş yıl sürmüştü. Yuvanın tadını zehreden duygular, minik yürek için gizlenmeye çalışılmıştı. Ama başarıdan söz etmek mümkün değildi. Düğün yapması gerekenler, cenaze soğukluğu yaşıyorlardı.
Hırçındı Elif. Mutlu bir aile gördü mü, hem imreniyor hem kıskanıyordu. Duygular karmakarışıktı kızcağızda. Elif’te hastalık, aşırı yaramazlık, huzursuzluk gibi olağan dışı durumlar olunca anne babası bir araya geliyordu. Ne de olsa anne babaydılar. Elif, ikisini bir araya getirmek için olmadık davranışlar sergiliyordu. Onlar psikolog diyordu. Doktorlar çare olamıyordu Elif’e. Elif anne baba istiyordu. Kucaktı tek özlemi. İki elinden sıkıca tutacak iki yürek istiyordu birbirini seven. Sıcaklığa hasretti. İsteğini her iki sevenine de anlatmaya çalışıyordu. Hatta çok güzel anlatıyordu da. Ancak onlar anlamıyordu. Onların anlamasını engelleyen o kadar neden vardı ki! Küçücük Elif onlarla nasıl mücadele edecekti? O, daha çok küçüktü… Bir tarafta bozulan aile yapısı, aşırı özgürlük, geleneklerden uzaklaşmayı hüner sayanlar, ayrılmayı adeta teşvik edenler, genç ebeveyni dolduranlar; diğer tarafta Elif. Bu, hükmen kaybedilmiş maç gibiydi. Kedi fare oyunu gibi. Aslanla ceylanın mücadelesine benziyordu, Elif’in durumu.
Yaptığı resimlerde hep üç kişi yapıyordu. İki büyük, ortalarında bir küçük kız. El ele tutuşmuşlar, koşuyorlar, oynuyorlar. Başrolde üç kişi var. Resimde figüran yok. Üç kişi yetiyordu Elif’e. Gerisi boştu, anlamsızdı.
Mahkeme günleri devam edip duruyordu. Avukatlar yoğun mücadeleler veriyordu. İki taraf da boşanmak istiyordu. Boşanmada, zararlı çıkan taraf olmak istemiyorlardı. Ortada bir çocuk vardı. Mal paylaşımı da işin cabası… Ve başka sorunlar… Onları hiçbir şey durduramıyordu. Bir kere söz ağızdan çıkmış, karar verilmişti. Çıkmaz sokaktaydılar. Onları tek yönlü yola itenler vardı. Sözde iyilik için yapılanlar, bir aile ocağını söndürmek üzereydi. Sevgi çiçekleri soluyordu.
Elif’in annesi de babası da vicdanlarıyla yüzleşiyorlardı. İç dünyaları ‘neden’ diyordu. Niçin bu ayrılık? Silkinip kendilerine gelecek oluyorlardı ki kahrolası telefonlar çalıyordu. Beyinleri adeta esir alınmıştı. Duygularına ambargo konmuştu. Düşünemiyorlardı. Onların yerine düşünenler çoktu. Onlardan onay bile beklenmiyordu. Erkeğin annesi Nazmiye Teyze: “Oğlum, mahkeme sonuçlanmadı mı? Ne zaman kurtulacaksın o mendeburdan? Sana kız mı yok? Aslan gibi delikanlısın… Evlendirecekti onu… Beş yıl önce öve öve bitiremediği, oğlunun fikrini dahi almadan gelin ettiği kıza, bugün ne olmuştu? Kısacık sürede neler olmuştu? Bu maymun iştahlılık neydi? Yeni gelinin de pabucu bir gün dama atılmayacak mıydı?
Nazmiye Teyze için beş yılda kredisi biten genç gelin, başını yastığa koymuş, son beş yılı düşünüyordu. Gözlerinin önünden bu yıllar, bir film şeridi gibi geçiyordu. Ne güzel duygularla giymişti beyaz gelinliği! Evliliğinin ilk yılları neşe, huzur doluydu. Sonra hamilelik ve ailenin gülü Elif’in aileye katılımı… “Ne güzeldi! Ne güzeldi!” diyordu. Düşündüklerini artık mırıldanıyordu. Kendisiyle yüzleşiyordu. Konuşuyordu. Eşiyle son zamanlarda hiç denemediği konuşma eylemini kendisiyle yapıyordu. Sessizlik bir anda bölünmüştü. ‘Çık güzelim çık, ortaya çık. Aşktan saklanmak ne demek? Mutluluğun formülü çok açık. Bir sen, bir ben, bir de bebek…’ Telefon çalmıştı. Bir arkadaşı arıyordu. Dertleşmek istemişti. Ama konuştukları, aile yapısını bozmayı körüklüyordu. Telefon sesiyle taban tabana zıt bir durum çalmıştı kapısını. Telefondaki ses değişmemişti. Değişen duygulara inat.
Her ikisi de “boşanmak istemiyorum” sözüne yaklaşıyordu. Engeller çoktu. İkisi de “niçin boşanıyorum” sorusunu cevaplayamıyordu. Bu, sanki cevapsız bir soruydu. Senarist, onlara boşanma rolünü vermişti. Ama ortadaki film değil, hayattı.
Elif, şimdi uyumak istemiyordu. Gündüzleri seviyor, gecelerden nefret ediyordu. Mutluydu. Gülüyordu. Sol yanındaki acı dinmişti. Peki, bunun nedeni neydi? Aileye hâkim olan cümle “BOŞANMAK İSTEMİYORUM” cümlesiydi. Sır buradaydı. Sağduyu kazanmıştı. Buzdan engelleri Elif’in sevgisi eritmişti. Jackson Brown, bir bebeğin evlilik sorunlarını çözemeyeceğini söylemiştir. Elif çözmüştü. Tüm dünyaya haykırıyordu. Artık ben de mutluyum.
Bir yuvayı bir arada tutmaktan çok yıkmak için uğraşılan bir dönemde yaşıyoruz. Her çocuk Elif kadar şanslı olmayabilir. Geleceğimiz olan çocuklarımıza sıcak yuvalar sunmalı, yüreklerini sevgiyle doldurmalıyız.