Gözlerinden yaş akmasın diyeydi bütün çırpınışı. Ana ocağından ayrılış. Artık sabahları horoz ötmeyecek, uyanır uyanmaz inek otlamaya çıkmayacak, evin hemen yanında bulunan ağıldan ağır bir koku olmayacaktı… Arkadaşlarının sesi ile uyanıp onların sesi ile uyuyacaktı. Hayatı düzen denilen ama aslında sıradanlık içinde devam edip gidecekti. Hiçbir heyecan olmayacaktı. Doğa ile bütünlüğü tamamen son bulacak, sadece ve sadece ders çalışması istenecekti bu düzende.
Damlacıklar İstiklal Marşı için akıyor zannedilirse sıkıntı yoktu elbette ama nerede öyle gençlik. Herkes gururla söylüyordu marşı. O ise göğsünden kısa kısa nefesler alarak, burnunu çekiyordu.
Yanındaki arkadaşının dikkati dağıldı sanırım. Anlamlandıramadı. Kafasını çevirdi. Marşı söylemeyi bıraktı. Sonra nerede kaldığını unuttu.
Belki de Taha'nın hayatında katıldığı en kısa törendi. Kendi içine dönmüş lakin bayraktan ayrılmamıştı gözleri. Damlacıklarına hakim olabilmek adına gökyüzüne bakıyordu. Acaba aklında hangi anıları canlanmıştı da kendisini zor tutuyordu.
Duruşundan anlaşıldığı üzere gurur da vardı. Erkekler ağlamaz diye düşünüyordu sanırım ya da daha önce kendisinden hiç kimsenin görmediği bu ruh halini görenler kendisiyle dalga geçer sanmıştı.
Taha’cım insan olan ağlar diyemedim yanına yanaşıp. Ağla ki insan kalasın. Gökten merhamet yağdır gözyaşlarınla.
Hazır ol vaziyetini alıp bir yurduna baktı bir okuluna.
Sonra birden kendisine geldi. Hatta kendisinden topluma yöneldi. Gülmeye, şakalaşmaya başladı. Öyle bir Taha ki yüklendiği yükü dağların kabullenmeyişini hatırlatan bir eda ile yürüdü sınıfına doğru.
Nasıl direnecekti bu koca şehrin sahte gülüşlerine acaba diye düşünmekteydim öğretmeni olarak. Buram buram Anadolu’m kokuyordu. Masumiyet vardı. Tedirgindi belli ki ana ocağından ayrılığa alışamamıştı. Hedefleri büyüktür elbet, bu hasreti kabullendiğine göre.
Büyüyecekti. Darbelerle ayağı tökezleyecekti. Belki de düşecekti.
Meryem öğretmenin de dikkatinden kaçmamıştı öğrencinin gözyaşıyla olan mücadelesi.
Tören bittikten sonra bana yönelip öğrenci hakkında konuşmaya başlamıştık. Kötü bir durum yoktur temennileri ile konuyu kapatmak üzereydik ki bu çocuk beni gençliğime götürdü bilir misin hocam diye bir başlık açıldı.
Zihin yapısında kız çocuklarını okutmamaya ant içmiş bir toplumda büyüdüm. İlkokulda sıkıntı olmadı rahatça okula gittim. Devamını da okumam için o dönemde öğretmenim ile muhtar amca bizim eve gelmişlerdi. Sedirin üstüne diz bükerek oturmuş olan hocam söze nasıl başlanacağını düşünürken ortama sobadan gelen çıtırtılar hakim oluyordu. Bütün çabaları babamı ikna etmek içindi. Babam ne mümkün izin versin. Bir kere lakabı “kör inat”. Bir şeye hayır dediği anda bitmiştir. Öğretmenim yalvardı yakardı olmadı. Ben direndim, istiyorum dedim nasıl bir cesarettir anlamadım. İlk tokadımı orada yemiştim babamdan. Hiç acımamıştı. Buna rağmen ağladım günlerce. Bir hafta gözlerim kırmızı gezdim.
Dünya bana arkasını dönmüştü sanırım.
Annem teselli ediyor ama ben bir türlü kabullenemiyordum. Nasıl oldu bilemem. Rabbim yardım etti. Amcam duymuş benim olayımı. Feryadım Ankara sokaklarında yankılanmıştı. Hemen geldi, babama bu kız okumalı dedi. Babam ilk başta mırın kırın etmiş olsa da amcamın yanında okuyacağım için kabul etti. Sonra yatılının soğuk koridorlarında büyümeye başladım. Hiç ağlamıyordum. Sanki pınarlarım kurumuştu.
Çok mutluydum ama bir şeyler eksikti. Üniversite sınavında derece yaptım. Her yerden teklifler gelmeye başladı. Ama babam hala mutsuz. Kıymetli Gülümser Hocam hala bizim köyde öğretmendi. Haberimi alınca hemen eve gelmişti. Alnımdan öpüp başardın bak demişti.
O vakit yıllardır biriktirdiğim gözyaşlarım bir felaket misali akmaya başladı. O kadar çok susmuştum ki o anda kendime hakim olamıyordum, dedi.
Baksana bir gözyaşı bizi nerelere getirdi diyerek sohbeti bitirmişti Meryem öğretmen. Sonra sırayla öğrenciler içeri girmeye başlamıştı. Taha'nın sınıf öğretmeni olduğum için hemen annesini aradım acaba bir sıkıntı mı var hanelerinde diye. Annesinin “okumak istemiyor hocam zorla gönderdim” dediğini duyunca zihnim allak bullak oldu.
İki dakika önce okumak için akmış olan gözyaşları anlatılırken, sonra öğrendiğim gözyaşı hikayesi tam ters istikametteydi.
Balıklar mı uçar oldu?
Yoksa kuşlar mı yüzme biliyor?
Yapraklar daldan kopar iken şimdi dal mı yapraklardan kopar olmuştu?
Yavrum okusun diye ağlayan analardan “okumam diye ağlayan” yavrulara döner olduk? Dünya mı ters dönmeye başladı?
Yeni göreve başlayan bir öğretmen hangisine ağlamalı?
***
Not: Bu yazıyı Samsun Anadolu İmam Hatip Lisesi öğretmeni Selma Muştuoğlu kaleme almıştır. Ben de müdür yardımcısı olarak kendisine şükranlarımı, teşekkürlerimi sunuyorum.
Tebrik ederim. Seninle gurur duyuyoruz .Selamlar.