Önceki gün yazdığım Millet Restoranları yazısında çok sayıda olumlu tepki geldi. Fikri güzel bulanların yanında, "bu zamana kadar neden olmadı ki" diyenler de vardı.
Bu tepkiler üzerine sosyal medya üzerinden mini bir anket yapma ihtiyacı hissettim. Ve bir kaç tane soru sordum. Sorulardaki amaç, insanların aslında hayatın içerisinde olması gereken bir durumu artık "lüks" olarak addedmelerini görmekti.
Çok basit bir şey. Aile ile ya da arkadaşlarla orta sınıf bir restoranda doyasıya, hesabı düşünmeden yemek yiyebilmek, sonrasında çayını yudumlayıp, sohbet etmek... Bu en insani durumun bile lüks sayıldığı bir ortamdan geçiyoruz.
Mekanlar, yemekler pahalı gibi geliyor ama aslolan bizim verdiğimiz emeğin değerinin düşmesi. Aldığımız, hak ettiğimiz paranın, emeğini verdiğimiz işgücünün karşılığının artık eskisi kadar alım gücüne sahip olmaması. Ve bu durum da ister istemez olağan şeylerin artık birer lüks sayılmasına neden oluyor.
İnsani talepler olan, arkadaşlarla bir yerde bir şeyler içip, sohbet etmek, sinemaya gitmek, tiyatro izlemek, sevdiğin bir kitabı ya da bir kıyafeti satın almak, aylık harcama kalemlerinin çok dışında artık. Bunlara ayıracak bir bütçesi yok çalışanların.
Elbetteki bu dediklerimizin misliyle fazlasını yaşayanlar da yok değil. Tuzun koktuğu yerdeyiz zaten. Bir zamanlar mağdur olanların, haktan, adaletten, eşitlikten bahsedenlerin bugün birer güç sahibi olmaları ve bu durumun zehrini tatmaları, günlük yaşantılarına da yansıyor.
Bebeklerine verdikleri partiler, yeni doğan çocuğa tek taş yüzük takanlar, evlerinin içini saray gibi döşeyip bir kenarına birkaç siyasi figürü asıp safını belli edenler, jeepler ile, yatlar ile partileyenler...
Yazar R. İhsan Eliaçık'ın Sosyal İslam kitabında bahsettiği gibi, aklıma geldikçe paylaşırım bu durumu... Sol elle yemek yemek günah ama kollara boy boy takılan altınlar helal, fotoğrafın önünde namaz kılmak günah ama jeeplerle poz vermek sevap gibi bir durumdan bahseder o kitabında da...
Velhasıl, durum ortada. Bir tarafta kılı kırk yarıp geçim derdinde olanlar, öteki tarafta bir asgari ücreti yarım günde yiyenler.
Gelelim şimdi de ankete. Bunu daha geniş kapsamlı yamayı isterdi gönül ama sınırlı zamanda, sınırlı sayıda kişi ile gerçekleşmiş oldu.
Sorulara cevaplar da vardı...
İşte sorular ve cevap oranları:
- Ailenizle bir restorana gittiğinizde hesabı düşünüyor musunuz?
Cevap, yüzde 63 EVET.
- Ayda bir kez de olsa aileniz ile birlikte bir restorana gidip hesabı düşünmeden doyasıya yemek yiyor musunuz?
Cevap, yüzde 52 HAYIR.
- Dışarıda ailece yenen bir yemek, sizce artık lüks mü?
Cevap, yüzde 54 EVET.
- İmkanınız olsa, haftada 1 gün aileniz ile dışarıda yemek yemek ister misiniz?
Cevap, yüzde 87 EVET,
Verilen cevaplardan da anlaşılacağı üzere, basit bir yemek bile lüks kalemler arasında girmiş. Ayrıca bu soruları sorduğum profilin bir çoğu da ekonomik durumu yerinde olan insanlar. Aynı soruları sokağa çıkıp sorsak, sanayide çalışan işçilere, sokakta satış yapanlara, esnaflara, tezgahtarlara, kısacası kıtkanaat geçinenlere sormuş olsak alacağımız cevaplar muhakkak buradakinden fazla olacaktır.
Kısacası sokakta durum çok farklı. Kitaba, sinamaya, konsere, tiyatroya, başbaşa bir yemeğe, kısacık da olsa bir tatile ihtiyacı var insanların.
Neredeyse haftanın 7 günü, günde 10-12 saate varan çalışma koşulları, geçim derdi, ev derdi, çocuk derdi, memleket derdi derken insanlar günü kurtarmanın haricinde bir yön bulamıyorlar kendilerine ve bu durum beraberinde başka sorunlar da getiriyor.
Depresyon, bunalım, boşvermişlik, tahammülsüzlük bunların sadece bir kaçı.
Sorunun temeli belli aslında. Çok sevdiğim bir filozofun dediği gibi, "Madde bilinci belirler"
Buradan yola çıkarak diyorum ki son olarak; yaşadığımız koşulların temeli toplumsal hiyerarşide bulunduğumuz "kast"
Selam ve saygıyla...