Yaratılış mitleri insanlığın en çok ilgisini çeken konuların başında gelir. Hemen her döneme ait bilgi ve eserlerde hayat bir kadın (Havva) ve erkeğin (Adem) yaratılışıyla başlar. Tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarında Adem ile Havva’nın cennette nasıl yaratıldıkları, yasak meyveyi yedikten sonra dünyaya sürgün edilmeleri, sıkı bir imtihana tabi tutulmaları detaylı olarak anlatılır.
Bilim dünyası her ne kadar dünyada kaç yıldır var olduğumuza dair kesin bir tarih koyamasa dahi, yaşayan canlı türlerinin eşeyli üremeye ihtiyaç duyduklarını biliyoruz. Bence Adem ve Havva eşeyli üremenin sembol isimleridir. Bilimsel müdahaleler olmaksızın doğal yollardan biri eksik olduğunda insan vücuda getirmek söz konusu olmamaktadır. En azından şimdilik?
Bir başka kadim uygarlık olan Hint uygarlığı kültürel ve dinler açısından oldukça zengindir, her yıl binlerce insanı kendine çeker. İlginç efsaneleri de tarihinde barındırmaktadır. Yaratılış için ilgimi çeken bir efsane vardır kayıtlarda. Yaratılışı anlatırken tabiatın ve canlıların belirli özelliklerinin kadın ve erkeklere yansıtıldığını da bence esprili bir şekilde anlatır. İsterseniz okuyalım;
Tanrı yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını, sisin gözyaşını aldı, rüzgarın kararsızlığını, tavşanın ürkekliğini buna ekledi.
Onların üzerine kıymetli taşların sertliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını, ateşin yakıcılığını, kışın soğuğunu, saksağanın gevezeliğini, kumrunun sevgisini kattı.
Bütün bunları karıştırdı, eritti ve kadını yaptı. Yarattığı kadını erkeğe armağan etti. Tanrı kaplumbağanın yavaşlığını, fırtına bulutlarının kasvetini, tilkinin kurnazlığını, boğanın dehşetini aldı, sülüğün yapışkanlığını, kedinin nankörlüğünü, hindinin kabarışını, gergedan derisinin sertliğini onlara ekledi. Bunların üzerine ayının kabalığını, bukalemunun şıpsevdiliğini, sivrisineğin vızıltısını kattı ve erkeği yarattı. Yarattığı erkeği adam etsin diye kadına verdi.
Ama aradan yıllar geçti, kadınların toplumdaki yerleri özellikle Ortadoğu coğrafyasında o kadar geriye gitti ki, kadınlar evlerinden çıkamayan, sosyal hayatın içinde yer alamayan, sadece doğurganlık, beslenme ve giyim sektörlerinde evsel hizmet sunan varlıklar haline getirildi.
Pek çok kaba atasözleri ve deyimler ile bilinç altından toplam mesaj olarak iletildi. “Aklı kısa saçı uzun”, “eksik etek”, “elinin hamuru ile erkek işine karışmak”, “kadın gibi dedikodu yapmak”, “kız doğuran tez kocar”, “kız yükü, tuz yükü”, “kızın var mı, derdin var”, “kızını dövmeyen, dizini döver”, “oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün”, “kız gibi vızıldamak”, “kız gibi ağlamak” veya “beş kız bir oğlanın yerini tutar mı? Oğlansız evde duman tüter mi?”
Aynı kültürlerde erkek egemenliği de bu tutumu destekler şekilde öne çıkmaktadır. “Erkeğin elinin kiri”, “oğlun olsun deli olsun, ekmek olsun kuru olsun” veya “oğlandır oktur, her evde yoktur”. Devam edelim isterseniz. “Oğlanı her karı doğurmaz, er karı doğurur” veya “ağaç yeşert meyve getirsin, oğlan büyüt ekmek getirsin”.
Nesilleri böyle yetiştirenlerin ellerinin altında daha fazla sayıda aşağılayıcı atasözlerimiz de vardır. “Alma soysuzun kızını, sürer anasının izini”, “Ananın çıktığı dala kızı salıncak kurar”, “Oğlan (atadan) babadan öğrenir sofra açmayı, kız anadan öğrenir biçki biçmeyi”, “Al atın iyisini yiyeceği bir yem, al avradın iyisini giyeceği bir don”, “Benim derdim inekle dana, karının derdi sürmeyle kına”, “Avrattan vefa, zehirden şifa", "Çirkin karı ev toplar, güzel karı düğün gezer", "Kaşık düşmanı", "Keseye kadın eli girerse bereket gider", "Kadının şerri, şeytanın şerrine eştir".
Sıkıldınız mı? Daha yüzlerce kadını aşağılayan, erkekleri hakim kılan, kadınları zavallı gösteren atasözü ve deyim sayabilirim. Bu sözlerle büyütülen erkek ve kız çocukları kendilerine biçilmiş vazifeleri bilinç altlarında taşıyarak evlenirler. Oysa ne onları büyüten anneleri bu kadar zavallı ve biçaredir, ne de babaları bu denli kötü.
Sonra anlaşamayan çiftler, ikinci sınıf vatandaş kadınlar, evde o anne ve babayı örnek alan çocuklar, boşanmalar, boşandığı halde eski eşini namusu sayan kocalar, cinayetler, intiharlar, bir türlü önlem alamayan siyasiler, altına imza attıkları sözleşmelere uymamak için direnenler, yitip giden canlar. Ama kabahatin çoğu bu duruma ses çıkartmayan ve kendilerine biçilmiş rolleri ısrarla oynamaya devam edenlerde. Tıpkı büyük usta Nazım’ın dediği gibi;
……………
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin, demeğe de dilim varmıyor ama,
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!
Kafanızı kaldırın, toplumdaki rolünüzü kendiniz biçin, size dikilen kıyafetleri giymek yerine kendi kıyafetinizi kendiniz seçin. Ekin, biçin, okuyun, düşünün, sorgulayın, çünkü toplumsal gelişmenin temeli evdekilerin gelişmesinden başlar. Evdeki gelişme de annelerden yani kadınlardan başlar. Çocuklarınıza asla bir kişiyi, bir canlıyı öldüresiye sevmeyi, karşı cinsi hor görmeyi, hatta yakarak öldürmeye sebep olacak şekilde sevmelerini öğretmeyin.
Birileri çıkıp şu aşağılık deyim ve atasözlerini de ortadan kaldırsın. Hepimiz eşitiz neticede, hepimiz insanız. Kalın sağlıcakla…