GEÇEN gün bir özel bankanın müdür ve müdür yardımcılarıyla sohbet ediyorum.
Baktım müdürün yüzü gülüyor.
Dedim ki, “Bir bankacının yüzü gülüyorsa bizim halimiz perişan. Demek ki işler yolunda.”
“Öyle değil” dedi.
“Gün boyunca o kadar gergin oluyoruz ki, bazen, bir an yüzünüze bir gülümsemeyle yardımcı olmak istiyorsunuz.”
Konu derinleşti tabii…
Onlar benim geçmişimi bildikleri için sohbetlerimiz Samsunspor ile başlar.
Konuştuk…
Nostalji yaptık biraz.
Geçmişteki anılarımdan bazı anekdotlar aktardım.
Yöneticilikten bahsettim biraz.
Bizim zamanımızdaki tarzımızdan…
Özgür olmaktan…
Tartışarak, çoğulcu sonuçlara ulaşarak karar almaktan...
Düşüncelerimi aktardım kulübe, işleyişe ve sezona dair.
Maçlarına gitmediğimi ama bu benim Samsunsporluluğumun tartışılabileceği anlamına gelmediğini falan…
Sonra konu ister istemez iş hayatına ve hayatımıza geliyor.
Hani biz hep bankacıları para ile oynayan mutlu insanlar olarak görüyoruz ya.
Öyle değil!
Dertliler, çok dertli…
Müdür devletin kamu bankaları ile kendilerine eşit davranmadığını söylüyor.
Onlara tanınan hak ve imtiyazların kendilerinden esirgendiğini ekliyor.
Peki diyeceksiniz ki, başlıktaki “Adaletli olmak” kavramının bunlarla ilgisi ne?
Tam da burayla ilgili.
Konu devlet ise adaletli olması beklenir.
Devlet ne demek diye sorsam size…
“Ana” dersiniz.
Iıhh, değil!
“Ana” evlatlarını birbirinden ayırır mı hiç?
Peki, “baba” diyelim.
O da olmaz!
Baba şefkatlidir.
Yemez yedirir.
Kendi lokmasını doydum diye paylaştırır.
O halde, Adaletli olmayan Devlet…
Ne ana
Ne baba olabilir...
Konuşma arasında sormuşlardı bana;
“Yazılarının konusunu nasıl seçiyorsun” diye.
“Bazen yaşadıklarımdan, bazen benimle paylaşılanların satır aralarından” demiştim.
Devletten adaletli olmasını beklemekte, o satır arasından yazı konusu işte!